Kitap molası XXVII; Bir kulübe
Romanlar her birimizin dünyanın hoyratlığından kaçmak, bilinmeyen hayatların, yol ve yolculukların, masalların büyüsüne sığınmak için adım attığı keşif odaları… İki farklı fiilin bir cümle içinde kullanılması tevafuk değil çünkü bunca tür arasında en çok o kaçmak ve hepsi arasında en çok o saklanmak… Bir de okuduğumuz roman, gerek kelime ve karakter seçimiyle gerekse tematik olarak huzuru çoğaltmayı amaçlayan bir yerde duruyorsa… Her sayfası, her cümlesi ile kalbin hüzünden huzura çevrilmesine imkân tanıyorsa… Hümeyra Yabar’ın Aralık 2022’de Şule yayınlarından çıkan romanı Bir Kulübe okurunu huzur iklimi içinde dolaştırmayı amaçlayan bir içerik ortaya koyuyor.
70 bölümden
oluşan 268 sayfalık kitabın kapak tasarımında kar’ın, kar
altındaki dal ve yaprakların arasında duran ve içimizi sıcak yuva hissiyle
dolduran bir çatı ile karşılaşıyoruz. Çatının altını inşa etmek için hayal gücümüze
olduğu kadar eserin içine girmeye de ihtiyacımız var. Yazar Bir
Kulübe’yi hocam ve ustam dediği A. Ali Ural ile birlikte babası Nusret
Kablan’a ithaf etmiş ve hikâyesinde büyük bir alan kapladığını işaret ettiği her
iki kıymeti de romanın orman, ağaç, kulübe ögeleri ile ilişkilendirmiş. Nitekim
eserin editörlüğünü de “bir ormandan
ancak bir ev yapabilirim/bir dağdan duvar yalnız” mısralarına yer verilen A.
Ali Ural üstlenmiş.
Bir
Kulübe ormanın kapısında duran iki farklı misafirle, gönüllerimizin merakına
dokunarak başlar. İlk misafir, çocukluktan başlayan uzun bir sürecin köklerine
gönderdiği gönüllü; “yeryüzünün bağlarını bahçelerini gezmiş ve sonunda bir
kulübe yapmak için ata topraklarına dönmüş bir mimar”. İkincisi peşindeki gölgeden ormana kaçan,
alımlı ama yaralı genç bir kadın… Her ikisinin de yolu ormanı mesken tutan
ormancı ve karısıyla kesişir. Mimar kulübesini inşa ederken, kadın peşindeki
Avcı’dan ormancının evine sığınır. Avcının esere dâhil olması mimar, kadın ve
ormancı ile hanımına göre daha sonraysa da (s. 53) romanın şahıs kadrosu
böylece oluşturulur. Karakterlerin hikâyeleri ise huş ağaçları, gülleri, kiraz
ağaçları, servileri, yıldızlara yakın tepeleri, kuşları, fotoğrafçılık yapan
cevizi, kocayemiş yaprağı, sincabı, kaplumbağası, nar bülbülü, serçesi ve
onlarcasıyla ormanın aydınlanan yüzüyle birlikte aydınlanır. Romanda ormanın
büyüsüne kendimizi teslim ederken her karakterin dönüşümüne tanık tutuluruz. Olay
akışı içerisindeyken yani mimar nezdinde onun çocukluğuyla, babasıyla en mühimi
de ustası ile tesis ettiği münasebeti, mimarın şahsiyetini biçimlendiren geçmiş
zamanlar üzerinden adımlarken… Avcı ile genç kadının yasak yürüyüşünü merakla
takip ederken… Ormancı ve büyük hanımın yaşantıları ile birlikte kişiliklerini
anlamlandırmaya çalışırken yazarın sıkı bir örgü oluşturduğunu fark ederiz.
Bir Kulübe akıcı olay örgüsünün yanında
yoğun mesajlar taşıyan bir romandır aynı zamanda. Hümeyra Yabar mesajlarını
hüzün, sevinç, umut, hasret, aşk gibi insani duygular üzerinden verirken
usta-çırak bağlantısı üzerinden de ortaya koyar. Köklerini topraklarında arayan
mimarın geriye dönüş tekniğiyle sık sık ustasını yâd etmesi, saygı, edep ve
teslimiyet içerisinde ilerleyen mürşit-mürit ilişkisini akıllara getirir. Böylece
bir usta olan marangoz metodik tutumu ve öğretileri ile yer yer, saygılı,
idealist, nazik ve uyumlu bir insan olarak ele alınan mimarın önüne geçer.
Bilhassa ağaçların dilinin usta tarafından çözümlenebilmesi, mimarın, atölyeye
getirilen bir ağaç karşısında heyecanlanan ustasını uzun uzun gözlemlemesi
eserin sunduğu çarpıcı örnekler arasındadır. Hülasa ustasının öğütleri kulübeyi
yapan mimara rehberlik ederken, okura da ışık tutar. Kitapta yaratılış; tabiat
ve insan üzerinden kurulan ilişki ve tabiatın insan fıtratına sızan hâlleriyle
her fırsatta karşımıza çıkar. Anasır-ı erbaa denilen dört unsura sıklıkla
atıfta bulunulur.
Eserde
kulübe ve ekmek yapımı, suyun hafızası, mimarın okuduğu Robinson üzerinden
yapılan kodlamalar ve onun kitaba -kendi hayatıyla mukayese ederek- eleştirel
bakması, çocuklukta hemhâl olunan gereçlerin ve oynanan oyunların karakter
inşasındaki rolü gibi pek çok mesele derinlikli bir biçimde ele alınır. Elbette
bu yaklaşımda Yabar’ın psikolog duyarlılığı ile meselelere eğilmesinin katkısı
büyük. Bütün bunlara ilave olarak
Avcı’nın bebeğini doğuran Cemre’nin doğum esnasında yaşadığı manevi iklimin
anlatıldığı satırlarla (s. 174-177) mevlid-i şerifin esere dâhil edilişi
önemlidir. Mehmet adlı bebeği olan yedi kadından alınıp dikilen “Yedi Mehmet
Gömleği” (s. 182), bitkilerin, çiçek tozlarının şifa için kullanımı ve ağaç
türleri hakkında yapılan geniş bilgilendirme dikkat çeken detaylar arasındadır.
Bir Kulübe sonuç kısmıyla
birbirinin karşısına tevafuk eseri çıktığı düşünülen insanların birbirini nasıl
tamamladığı ve bir diğerinin hayatına nasıl dokunduğu üzerinde durur. Mimarın
bir gün ayrılmak üzere inşa ettiği kulübesinde geçirdiği dört mevsim
kimilerinde, onun özüne dönmesi olarak yorumlanırken kimilerince riyazet ve
uzletin karşılığı olarak okunmaya müsaittir. Belki de hayalin hasrete emanet
ettiği bir sözün yerine getirilmesi… Nereden baksak değerli…
Sevgili Hümeyra Yabar’a ince
armağanı için teşekkür ediyor, yükselen ışığının nice yolu aydınlatmasını
diliyorum.
Selam ile.