Kitap molası XXVI; Peronda gece
“şimdi ölüm güzel, göl kıyısı, yaprak hışırtısı ve sen ve ben
bir intikam nasıl alınır dudaklara değmeden (Beni
Kim Mahvedebilir, s. 44)”
Gece mavisi ve
lacivertin hâkim olduğu, karşıdan bakıldığında solda, kahve-mor tonlarının
beslediği bir iç oda. Yolu gören ufacık pencereden anlaşılıyor özümsenenin bir
oda olduğu. Bir de adlandırılmasından kapağın. Yolda, alacakaranlığın baş ucunu
bekleyen bodur ağaçlar. Ağaçların yakınında uzaklara giden bir başka yol, ufukta
morun salınımı.
Oldum olası
severim kitapları elime alıp uzun uzun kapağını seyretmeyi… Henüz yazarı/şairi
ne söylemiş bakmadan bambaşka bir masalın içine çeker o beni… Kalıbın özle
bağlantısını önce kendi zihnimde kurmaya çalışırım zira borçluyumdur bu uzun
nazarı, kapağı güzel tasarlayan arkadaşa… (Bu vesile ile Ayşe Ural’a selam
olsun.) Elimde tuttuğum lacivert büyü Sevgili Filiz Eneç’in yakın zaman önce
(Kasım 2022) Şule yayınlarından çıkan ikinci şiir kitabı Peronda Gece.
Editörlüğünü Şafak Çelik’in yaptığı yetmiş bir sayfalık eser “dört kapı” ve “ölüm
durağı” adını taşıyan iki bölümden oluşuyor. Mevlana’nın Mesnevî’sinden bir hikmet
ile başlıyor kitap, hemen altında “Vedud” olana bir niyaz bırakılmış. Şairin
ilk eseri Alışılmadık Deniz kendini uzun süre baş ucumda tutturmaya
muvaffak olduğu için Peronda Gece’ye de büyük
beklentilerle adım atıyorum. Yanılmıyorum. Eserin ilk şiiri, coşkulu bir hüznün
nağmesi olan “Seni Tanımayacaklar”, incitici “vesvese darbeleri”, insanı “her gün
tekmeleyen anlamsız uykular”, şehrin tenhalığında kalan seyyar satıcıların
mahcup suretleri ile kesik kesik alınıp verilen bir nefes gibi doluyor içime… Bu
keskin ve sarhoş edici kokuda bir miktar bekleyeyim istiyorum. Şiirin başlığı
“Seni Tanımayacaklar” başlangıçta “seni
yok sayacaklar sen daha çok var olacaksın” a telmih olarak düşünülse de içerik
Sezai Karakoç’un “yanlış trenden indin
seni şehrin aynasından geçirdiler” mısraı ile başlayan “İlk” şiirinin ayak
izlerini gönlünde taşıyor. Bu anlamda şiirde kentlerin, tenhaların, geçip giden
varlıkların iz düşümü görülüyor. Filiz Eneç’in menekşelerle, mezarlıklarla,
merdivenler ve küçük pencerelerle, kabaran dalgalarla çizdiği resmin sonunda
“yabancı bir gülüş”e rastlıyoruz. Henüz kitabın bu ilk şiirinden anlaşılıyor ki
şairin önceki çalışmalarında yakaladığımız pitoresk yapıyı bu kitabında da
bulacağız. Nitekim “dört kapı”dan geçip tüm şiirlerin içine girdiğimizde bunu
görmek zor olmuyor.
“sustuklarım düşmüyor yakamdan/söylemek
istediğim ne varsa kurulu bir saat şimdi/ayıkken sarhoş taklidi yaptım uyurken
günah (Benden Geriye, s.13)”
Eserin ikinci
şiiri olan “Benden Geriye” yazıcının “her gün yürüdüğü yollar”dan, “buğulu
camlar”dan, “sardunya menekşelerin şehrinden” geçerek “salyangoz toplayan
çocukların kalbine” (s. 12) giderken yine bir resim çiziyor okuruna. Şiirde
“avareliğim taşlıyor beni fakat düşmüyorum” mısraındakine benzeyen soyut
esintiler bile bu sulu boya tablosunun önünde duramıyor. İlhamını canlı cansız
bir çeşitlilikten alan ve “şey”lerle etkili manzaralar ortaya çıkaran Eneç,
“Nesnelerin Evimizdeki Dili”, “Taşların Uykusu” gibi şiir adlandırmalarıyla da
tavrını baskın hâle getiriyor. Hemen burada “Nesnelerin Evimizdeki Dili”nde
geçen o yüksek işçiliği dikkatlere sunmak isteği uyanıyor (s. 14):
“Islandıkça sevgiliyi yaklaştıran o
yağmuru/bin çiçek bir bahar ülkesini/düştüğünde şebnemler sessizce ağan
gecelerde/olgunlaşan erkeklerin saçlarını/daha gür parlayınca sen, daha güzel
baktığında kadınlar/gizleyeceğim kendimi, kendime benzeyen herkesi”
Ilık bir şebnem
sabahında baharın ve yağmurun binbir tonu...
Bölüm
içerisinde “beni sende aradılar yoktum”,
“ölür serçe cam kenarında kar gömleği
olur”, “sanki bütün sözcükler nişanı
bozmuş benimle”, “bak omzundan düşen şu kalabalığa nasıl da dallarına
uzanıyor”, “kendi karanlığıma yol gösterecek değilim” gibi pek çok çarpıcı
mısra ise ezberlere sızacak bir içerik taşıyor.
Eserin ikinci
kısmı “ölüm durağı” altına iliştirilen “Yâ Baki Entel Baki” nidası ile
başlıyor. İthafların ve şiire ilham açılış mısralarının yer aldığı bu kısımda şairin
benini de merkeze koyduğu sosyolojik bir içerikle karşılaşmak mümkün. “Gövdesi
genişledikçe küçülen avluların” ve “açık kapılarıyla sabah duası kadar cömert
evlerin (s. 51) içinden geçerek gittiğimiz “Babilin Çocukları” şiiri, “babam kırk yaşında binlerce yıldan
beri/birlikte büyüdük koca bir gürültüyle (s. 53) mısralarının engin derinliğiyle
babaya yazılan fakat okurunu nostalji geçidine sokan “Geçmiş Zaman Türküsü”,
Ömer Seyfettin’e ithaf edilen “Sahipsiz Ölü”, Enfal Sûresi’nin dokuzuncu
ayetini baş tacı yapan ve aydınlık bahçelerin ışığıyla dolan “Çanakkale Ezgisi,
şairin “her gün varlığından
borçlanırım/gider tablosundan düşmez adım (s. 64)” dediği “Dervişin Postu”
ve tarihin duraklarında soluklanırken uygarlıklara, şairlere, mucizelere atıf
yapan “Rüyanın Hâlleri” insanlığı kalbinde ağırlayan şiirlerden…
Sevgili
Filiz’in Peronda Gecesi’ni kütüphaneme kaldırmadan önce çalışma masamda
tutacağımı biliyorum. Bilmem ki kaç gün, kaç hafta, kaç ay…
Selam ile.