Kitap molası XXIX; Gizlenimler
Son zamanlarda okuduğum her şiirin ayrı bir duruşun, duyuşun, duygu ve düşünce kimliğinin ifadesi olduğunu içselleştirmek mutlu ediyor. Görmeyi ve fark etmeyi geride bırakan bir güzelliği var çünkü duyumsamanın. Böylece yazılandan yazıcıya gidiyorum. Ele aldığım kitapta ses ögesi baskınsa şairin işitsel olduğu düşünüyorum, eserdeki şiirler daha ziyade pitoresk bir yapı ortaya koymuşsa görsel yönü güçlü bir şairle karşı karşıya kaldığımı fark ediyorum. Sezgisel şiirler şairinin dokunsal yönü güçlü bir karakter olduğunu fısıldıyor bana. Hülasa bir süredir eseri, yazanın hayatıyla irtibatlandırmayı seviyorum.
Şiirlerine edebiyat
dergilerinden aşina olduğumuz Erhan İksamuk’un 2022’de Ototrof yayınlarından
çıkan Gizlenimler’i şairin bir yıl arayla yayımladığı ikinci şiir
kitabı. 99 sayfalık eserin girişinde Erdoğan Alkan çevirisiyle Arthur
Rimbaud’un mısralarına rastlıyoruz (O Mevsim, Havuz). Kitabın adındaki
“gizlenim” duyusal bir tesirin sığınağı olarak izlenimi de içine aldığı için
dikkati çeken bir yerde duruyor. Gerek etimolojik gerekse anlam bilimsel olarak
“Gizlenimler” diğer türlere kıyasla sırrolan, “saklı” nın yakınında bulunan
şiire yakışmış bir isim. Erhan Bey’in kitabını adlandırma noktasında şiirin
özüyle yakaladığı uyum, kapak görselinde de görülüyor. Kavuniçi bir arka fon
üzerinde taş bir oyuk. Mağara girişi yahut kuyu ağzı gibi duran bu küçük yapı,
antik şehrin bir parçasını andırır durumda. Eserin içindekiler kısmında ise
“Mabet Ağacı”, “Giyotin Bakmanın Hizasında”, “Bâtın” ismini taşıyan üç alt
başlıkla karşılaşıyoruz. Başlangıçta bu isimleri kitabın bölümleri olarak
okusak da sayfaları adımladıkça her birinin uzun bir şiire ad olduğu
anlaşılıyor. Şiirlerde benin merkeze alındığı bir tavır dikkat çekiyor. Kitaba şairinin
vurguladığı değinileri göz önünde bulundurarak yaklaşıyoruz. Nitekim şiirlerini
“bir defterde biriktirdiğini” söyleyen Erhan Bey, onların arka fonunda
yaşanılan mevsim duygusunun velut kılındığını, inanç meselesinin ve ruhumuzun
bir köşesinde soluduğuna inanılan yeryüzü macerasının garipliğinin
atlatılamadığı hayret duygusunu ve gerilimi içeren (Mart, Kitap Haber, Erhan
İksamuk ile Şiir Üzerine)” bir içerik taşıdığını belirtiyor.
“Gömülürken görmeliyim kendimi/Sonra da akıbetini bensiz yaz
akşamlarının/Bu iyi huylu bir dönüş olurdu ziyaret saatinden (s. 20)”
“Mabet Ağacı” adını taşıyan ilk parça, yoğun
bir imge çeşitliliğiyle selamlar okurunu. Henüz bu safhada kelimeleri ham hâliyle
kullanmaktan kaçınan, okurda çağrışımlar yaratmayı amaçlayan bir bilinçle
karşılaşılır. Sadece sezgi yoluyla ulaşılabilecek bilgilerin his dünyasına
dokunan büyüsü kuşatır okuru. Şüphesiz şair hayatın satır aralarında ve ince
temaslarda yakaladığı gizleri “zamanın
simyası/merdivenin kırık basamağında saklı kâinat (s. 13)” gibi mısralar
üzerinden aşikâr eder. Okuru ile sembol ve sezgi yoluyla rabıta kurabilen
şiirler sırrolma makamındaki şairin, sır katmanlarında dolaşırken sırrın
peşinde koşma teamülünü de ortaya koyar; “Tanrım
beni eskinin bilgisine işaret et (s. 22).”
Burada antik dönemler
üzerinden tarihin sayfalarını bilinmezliğin bilgisiyle adımlayan şairin
yaşadığı çağa ait olmadığının ve ruhunun uzun bir yürüyüşü içinde taşıdığının
farkında olduğu da belirtilmelidir:
“Ben mektup yazıyorum bin yıl öncesinden/serin yüzünüzde haklılığı su
götürmez haz taneleri/kalbimi neresine gömecektim çağınızın/ne yana
baksam/korkudur kavuşan demirden gagasına (s. 26)”
Kendini “yanımda yöremde ne şahmeran ne
eumenidler/yalnız bayağı gürültüleri bunamış şehrin çıplaklığımda/ ben duvarın
arkasındayım çağdan mustarip (s. 32)” mısraları ile devrinden soyutlayan,
insanıyla zamanın ve mekânın ötesinden söyleşen bu tavrın baskınlığını diğer
iki şiire kıyasla daha kısa olan “Giyotin Bakmanın Hizasında” başlığı altında
da görürüz.
“Kış sesleri biriktirmeyi öğrenmiştim/sesimle yetinmeyi öğrendiğim zaman
(s. 47)”
Tematik olarak bir önceki
şiir ile benzerlikler ihtiva eden parça, burada ağırlıklı olarak ikili ve üçlü
hâlde sıralanan mısralar üzerinden bir yapı sergiler ve bu durum yer yer
özdeyiş intibaı uyandırır. Bölüm içindeki mısra gruplarının her biri, kendi
başlarına bağımsız şiir olabilecek kıvamdadır. Her ne kadar şairin özellikle
orta kısımlarda vurguladığı “ben kelimesiz olamam” söylemini tekrarladığı
kısımlarda bir ahenk göze çarpıyorsa da “Giyotin Bakmanın Hizasında”nın
derinlikli bir çeşitlilik sergilediğini söylemek mümkün. Şüphesiz kısımlar
arasında tesis edilen farklılığın kelime seçiminde görüldüğü de söylenmelidir.
Şair Arap ve Fars kökenli kelimelere yer verdiği kadar “yılkı”, “ilenç”,
“bungun”, “kargı”, “yalvaç”, “tin”, “lir” gibi eski Türk kaynaklarında
kullanılan ancak bugün fazlaca kullanılmayan kelimeleri de şiirlerinde ağırlar.
Kitabın “Bâtın” adıyla anılan son şiiri ise sezgisel ahengin en yüksek noktaya
ulaştığı mısraları bünyesinde taşır.
“ben kelebekler kadar ustası değilim zavallı yaşamımın (s. 79)”
Bâtın aşikâr edilenin
zıddı. Görülüp duyulamayan, his yordamıyla fark edilebilen bir giz membaı…
Nitekim sadece bakmakla kalmayıp tüm azalarıyla gören ve hisseden bir şairin
yürüyüşüyle açılır burada kapı. Kurt inlerinden, vişne bahçelerinden, attar
çarşılarından, intihar köşelerindeki kadınlardan, türbelerin yeşil bakışından,
esrarlı suskunun tekniğinden, yorgun sabahların demirinden, sevilmeyişinden,
dipnot düşülen mutsuzluktan, annelerden ve babalardan geçen (s. 73-74) geçen
yazıcının muhayyilede çizdiği resim, ücra sokakların gizine çıkarır bizi.
Böylece sezgi ağırlıklı saf şiirin daha modern ve üst bir dilini gördüğümüz
şiirlerin bu kısmı, Erhan Bey’in mısralarındaki görsel yapıyı da
anlamlandırmamızı sağlar. Yine Gizlenimler’de bulduğumuz bir diğer
özelliğin yani aynı mısra içinde birbirine zıt dokunuşların daha net
hissedildiği detaylar sunar bize Bâtın. Gül ile beton tezadı. Şair bu tezat
üzerinden oluşturduğu anlam çeşitliliğini siyah ve beyazın uyumuyla verir
okuruna.
“ne kötü vazgeçmeyi bilerek başlamak seçilmiş yola (s. 77)”
Erhan İksamuk’u bu güzel
eseri için kutluyor, şiirle olan arkadaşlığının devamını diliyoruz.