Kitap Molası XXI; İrfanî'nin Küfesi
Kitaplar bizim sevgili,
bilgi deposu, munis dostlarımız. Yazık ki hanemize gelen her dostu takdir
talihine muktedir değiliz yahut haiz olduğu kıymeti ifadede gecikebiliyoruz.
Çünkü insan-zaman ilişkisi, çeşitliliği âna endekslemeye ve bütünü parçaya
sığdırmaya müsait olamıyor.Bu sebeple dostlardan gelen ince armağanları bir
sıraya alsam da beklenmedik mevzular yolumu kesebiliyor ya da kalem başka
duraklarda mola veriyor.
Yakın zaman önce Halit
Yıldırım’ın Açıkkara’nın hikâye serisinden çıkan İrfanî’nin Küfesi(2022)adlı
kitabını okudum. Kırmızının yoğunlukta olduğu kırmızı-beyaz sade kapak
görselinde herhangi bir motif kullanılmamış.111 sayfalık eserin 11 hikâyeden
oluşması calib-i dikkat. Açıkçası beklentilerimin üzerine çıktı kitap. İrfanî’nin
Küfesi Anadolu’nun muhtelif şivelerini rahatlıkla kuşanabilen, sıra
dışı ve özgün bir yapıt. Bu açıdan mizah türü şeklinde not düşülse de bundan
evvel “köy hikâyeleri” kategorisine dâhil ederek okudum onu ve özlenen bir
boşluğu doldurduğu hissine kapıldım. Nitekim yazarın diğer yayınlarını da
tahlil eden biri olarak kitabın, –görece payını açık tutmak kaydıyla- Halit Yıldırım’ın
en iddialı çalışması olduğunu söylemeliyim.
Hikâyeler, 1940’lı,
50’li, 60’lı yıllardaki köy ortamını anlatmak dışında, dönem şartlarına, dönem
içindeki insan ilişkilerine, köye, siyasî ve ahlâkî içeriğe dair emareler
veriyor. Özellikle “Etlik Nerde?” ve “Saman Değil Irı” adlı hikâyelerde köy ve
harman yeri ile alakalı detaylı bir bilgilendirme yapılıyor. Bu sayede okur
“döşek yapma”, “malama”, “etlik”, “omuz etiyle yürümek”, “savrum” gibi
terimleri öğrenme imkânına sahip oluyor. İrfanî’ninKüfesi’nde halk
söyleyişleri, atasözleri, deyimler ve yerel ağızlardan sıklıkla faydalanılmış.
Zamanın içinde çırpınan saf vakıaların ve yine kendi çağının içindeki küçük
mekânlara sıkışıp kalan insan çıkmazlarının ibretlik manzaraları sunulmuş
okura. Bilhassa okula gidecek bir çocuktan nüfus kâğıdı istenmesi ile başlayan
ve dünyadan belgesiz ayrılanların yolculuğuna uzanan “Tayyip Efendi’nin Nüfus
Kâğıdı” ile 46 seçimlerinin köy üzerindeki olumlu (yeni umutlar) ve olumsuz
(şiddet, iftira, zorbalık) yankılarını arz eden “Demirgırat” sosyolojik ve
psikolojik birer gösterge olarak okunmaya müsait. Yine kitabın ilk hikâyesi
olan “Geç Gelen Saadet” küçük yerlerdeki kadın erkek ilişkilerinin
anlamlandırılması noktasında başarı sergiliyor. Yalnız Yıldırım’ın diğer hikâye
ve romanlarında da olduğu gibi, eserin genelinde hanımları dırdırcı ve
dedikoducu bir atmosfer içinde yansıtması düşündürücü.
“Fırsattan İstida” ve
“Meres Hikâyesi” hilenin, açıkgözlülüğün, alay etmenin üst zaviyeden
içselleştirildiği parçalar olarak karşımızda dururken “Anadolu insanının saflık
ve doğallığı” deyip geçmemek lazım… Buradaki hikâyelerin üzerimizde bıraktığı
tesir akla Kemal Sunal ve Şener Şen ikilisinin tekrar tekrar izlenesi kimi
filmlerini getiriyor. Bazen güldürücü ve yer yer düşündürücü bu hikâyelerde her
şeye rağmen özlenen bir lezzet var. Dolayısıyla döneme bu kadar hâkim olunması
ve hikâyelerin okurda bıraktığı “yaşamış kişi ve olaylar” intibaı, yazarın
babasının kitaba ilham olup olmadığı sorusunu da düşürüyor hatıra. Durum bu ise
de kitapta herhangi bir açıklama ya da önsözle karşılaşmıyoruz.
Yeri gelmişken İrfanî’nin Küfesi’nin
bu ilk baskısındaki editoryal birkaç hatanın ikinci baskıda tekrarlanmaması
adına; “Ben Bu Eve Yakıştım” adlı hikâyede geçen “bu defa yüreğim” cümlesinin fazladan
olup çıkarılması (s. 38), “Deli Hudur ve Yağcı Bekdeş” hikâyesindeki kimsede sen
çıkmıyordu” daki senin “ses” olarak düzeltilmesi ve “Sarı Hasan’ın başına
gelenler” ile başlayan “Demirgırat” adlı hikâyenin “Sarı Mehmet” şeklinde devam
etmesindeki yanlışlığın giderilmesi yerinde olacaktır.
Halit Yıldırım köy
hikâyelerindeki başarısını değerlendirmeli ve bu merkezde derinleşen bir ısrar
içinde olmalı düşüncesindeyim.