Kitap Molası XVIII; Hayatın Şiiri Edebiyat
Uzun zamandır elime aldığım kitabın bilincime ne fısıldadığına dikkat etmeye çalışıyorum. Bir kitap, bana noksanımı haber veriyor ve ruhumu merak duygusu ile baş başa bırakıyorsa güzel bir misyon üstlendiğini anlıyorum. Kitap vazifesini tamamladığında da kalıyor benimle, içime bir şeyler bırakabildiği için bitse de gidemiyorum.
Atıf Bedir’in Hayatın
Şiiri Edebiyat adlı eseri Ekim 2021’de okuruyla buluştu. Hece
Yayınları’ndan çıkan ve inceleme türünde yayımlanan eser 159 sayfa. Atıf Bey’in ince bir imza ile gönderdikleri el
emeği, göz nuru kütüphaneme bırakılan güzel izlerden. Sunuş yazısı edebiyatın
hayatımızdaki yerini tasvir ettikten sonra, çağın şiirini “karmaşık, ritimsiz,
uyumsuz, çok sesli, inişli çıkışlı, yapı söküme uğramış, parçalı, görselin
alanına sığınmış, dağılmış” olarak yorumluyor. Böyle mi sahiden diyorum. Çağın
hızına bu şekilde yetişmeye çalışan ürünler içinde istisnalar da var elbet. Kitabın ilk metni “At’a Senfoni Ya da Atlar Rüzgârların
Kızıdır” Necip Fazıl’ın At’a Senfoni
adlı eseri merkezinde onun şiir ve kitaplarında atın yerini anlamlandırıyor. Bu
yazı vesilesiyle Peygamber’imizin atlarından birinin isminin de Necip olduğunu
öğreniyorum. Yine çile şairinin At’a Senfonisi referans alınarak
onun mitolojilerden destanlara, masallardan efsanelere kapladığı alan; Batı,
Doğu ve Türk edebiyatındaki yeri, bir binek hayvanı olarak keşfi ve İslâmiyet’teki
önemi üzerinde duruluyor yazıda. Yazar gurbet duygusunu anlamlandırarak başladığı
ikinci metninde ise Yahya Kemal’in şiir ve hatıralarındaki gurbet duygusunu
şiirsel bir dille anlatıyor. Bu yazı vesilesiyle de Yahya Kemal’in asıl isminin
Ahmet Agâh olduğunu öğreniyorum. Metin, anlatımın biçimi kadar yazıya yoğunluk
veren hassalardan birinin teması olduğunu fısıldıyor adeta. 1902’de ayrıldığı
Üsküp’e 1925’te tekrar gidebilen ve artık doğup büyüdüğü toprakların
kaybedilmiş olduğunu gören Yahya Kemal’in yaşadığı hissiyatın “aslında sılaya kavuşma duygusu değil, kendi
topraklarında yaşadığı gurbet duygusudur (s. 21) şeklinde yorumlanması ise
oldukça düşündürücü. Bu hasretini İstanbul ile dindiren Yahya Kemal’in “Büyü
Şiir”, “Kar Musikileri”, “Açık Deniz”, “Atike Valde’den İnen Sokakta”,
“İstanbul Ufuktaydı” gibi şiirleri de irdelenen eserlerden. “Trajik Bir
Kahraman Olarak Hacı Murat” ta ise Kafkasya’da yaşayan, Şeyh Şamil ile Ruslara
karşı savaşan ve sonra onların safında yer alan Hacı Murat’ın Tolstoy’un
romanındaki konumu ve okur nezdinde nasıl içselleştirildiği ifade ediliyor.
Andre Gide’in Tohum Ölmezse adlı
otobiyografisinden günlüklerine giden metin ise daha önce yazarı okumamış
olanlara bunun eksikliğini yaşatan bir özenle kaleme alınmış.
Kitapta Tanpınar’ı merkez alan iki yazı var.
Bunlardan ilki Tanpınar’da hayal ve rüya kavramlarını şiirleri odaklı inceliyor.
Bu metin, Tanpınar’ın şiirlerini bilenlerin vâkıf olduğu iki kavram üzerinden
ilerlerken “daha kapsamlı ve uzun olamaz mıydı” sorusunu da akla getiriyor.
Şüphesiz Atıf Bedir’in kitabında da sergilediği okuma zenginliği onun, farklı
noktalara kolaylıkla temas edebilecek bir birikime sahip olduğunu söylüyor. En
azından Tanpınar’ın nesirlerindeki rüya kavramı da eklemlenerek bir bütünlük
oluşturulabilir, yazı detaylandırılabilirdi. Yine de metnin en tipik
özelliğinin şiirselliği ve buradan hareketle akıcılığı olması. Tanpınar ile
alakalı ikinci yazı, Tanpınar’dan Haşim’e bakıyor. Bu bakışta Atıf hocanın
yakaladığı ince detaylar var. “İlk insan” yorumu ve ilkel anlamına gelen primitif ile okur yeni açılar
kazanıyor.
Eserin en sevdiğim makalesi “Doğu Anlatılarında
Resme Âşık Olmak ve Kürk Mantolu Madonna”.
Bir Sabahattin Ali hayranı olarak Kürk
Mantolu Modonna’yı “resme âşık olma” detayı üzerinden bu metinle
yeniden konumlama imkânı buldum. Yazıda Pertev Naili ve Tahir Alangu tarafından
fark edildiği belirtilen bu imge, Atıf Bedir’in kaleminde Nazan Bekiroğlu’ndan
Rasim Özdenören’e, Doğu anlatılarından (Mantık’ut
Tayr, Binbir Gece Masalları, Güvercin Gerdanlığı, Tûtiname) halk hikâyelerine (Elif ile Mahmut, Hüma vü Hümayün, Vâmık u Azra)
giden bir çeşitlilik içinde yeniden yorumlanmış ve ortaya çarpıcı olduğu kadar
sarsıcı bir makale çıkmış.
Kitapta Sezai Karakoç merkezli iki metin var.
Bunlardan ilki şiirleri “aşk sağanağı” imgesi üzerinden okurken şairin beşerî
aşktan ilahi aşka evrilme sürecini konu alıyor. Bir diğer metin “Alınyazısı
Saati” adlı uzun şiirde doğudan gelmesi beklenen atlı üzerinden Karakoç’un
kutsal şehirlerini anlamlandırıyor. “Edebiyatta Evrensellik ve Yerellik Üzerine
Bir Tartışma” ise okuru 1977’ye; Akif İnan, Rasim Özdenören ve İsmet Özel’in
bulunduğu bir açıkoturuma götürüyor. Orada yaşanan münazarayı içselleştiren
okur bunun 1977, 2016 ve 2017’ye uzanan yankılarını da içinde duyuyor.
Eserde, Erdem Bayazıt şiirinin mesaj, kelimeler ve
müzikalite üzerinden okunduğu, M. Akif İnan’ın Edebiyat ve Medeniyet Üzerine adlı eserinin kritik edildiği;
üzerine iki makale kaleme alınan Alaeddin Özdenören’in çocukluk yıllarından
başlamak suretiyle ve hatıralarından yola çıkılarak şiir serüveninin imbikten
geçirildiği ve şairin dünyasında “Maraş” ın yerinin anlatıldığı; yine Alaeddin
Özdören’in Rasim Özdenören’in bir hikâyesinin kahramanı olarak karşımıza
çıkarıldığı; Arif Ay’ın şiirinin tematik özelliklerinin incelendiği; Kâmil
Aydoğan’ın eserlerinin bütüncül bir bakış açısıyla yorumlandığı; Edebiyat Dergisi’ndeki üç şairin
(Turan Koç, Arif Ay ve Ali Göçer) denemeciliğinin işlendiği, Mücella Temel ve
Alişan Demirci tarafından yayına hazırlanan Gölgeli Adam Mustafa Sarıçiçek’in kritik edildiği, Ersin Nazif
Gürdoğan’ın ezber bozan yorumları ile yorumlandığı, felsefî şiir çizgisiyle
Yücel Kayıran’ın Efsus’a Yolculuk
adlı eserinin değerlendirildiği makaleler de var. Nuri Pakdil’in sembolik
şiirlerini şerh eden iki kitaptan bahsedilmesi ise modern edebiyat için oldukça
ilginç. Bilseydim, anlama noktasında noksan kaldığım kitapları bu iki eser
eşliğinde okurdum. Atıf Bey’in 159 sayfalık kitabı, okuruna müstesna kıymette
bilgiler yüklüyor.
Hayatın Şiiri’nde
dikkatimi çeken bir özellik, metinler ne kadar akademik bir bilinçle yazılmış
olursa olsun Maraş’a dair özel bir hassasiyet taşımaları. Yazarın çocukluğuna,
içinde yetiştiği edebiyat mahfillerine ve genç ruhuyla takip ettiği dergi
ortamlarına duyduğu derin özlem. Bilginin yollarında yürürken kendimizi
Maraş’ın bir çeşme kıyısında, bir cami gölgeliğinde, bağ evlerinde, Ahir
Dağı’nda bulmamız. Belki de üretimi kamçılayan bu hasret duygusudur…
Selam ile.