Kitap Molası XVII; Dört Mevsim Gazozu
“Yara sancıyla geliyor, saç diplerinden başlayarak her yeri terliyor kadının. Yağmurun sesine sığınıyor, sesin düşüncelerini dağıtmasını bekliyor, bekliyor, bekliyor… Odada kırkıncı uykularındayken dışarıda serin serin yıkanıyor yollar, yolcular, düş yolunda kalmışlar(s 34.)”
Kadın eli kurmacaya ince
bir keyfiyet katar. Çünkü onun elinden çıkan işçilikte hayatın nezaket, rikkat,
letafet, merhamet ve hassasiyetle yoğrulan renkleri baskındır. Hoyrat elleri,
dilleri; hoyratça katledilen yaşam öykülerini ince bir hüznün diliyle
çerçeveleyebilmek o fıtrata has bir tavırdır. Dolayısıyla kadının kaleme aldığı
öykü, onun kendi yaşam öyküsünü de içine alan bir mana alanıyla biçimlenir. Bu
nahif tavır, bazılarında ortaya daha koyu tonda bir ses bırakır.
Segâh Gümüş’ün Hece
Yayınları’ndan çıkan Dört Mevsim Gazozu adlı öykü kitabı
Ekim 2021’de okuruyla buluştu. 88 sayfalık eser şiir, hatıra, deneme ve günlük
lezzeti taşıyan on yedi öykü ihtiva ediyor. Kendini öykü hüviyetiyle okutturan metinlerde yol kenarında ansızın bir şiire rastlayabiliyor, bir mektupla hemhâl
olabiliyorsunuz. Yazarın “hayatımın kaptanı” diyerek babasına ithaf ettiği
öyküler, eşine teşekkür nezaketi gösteren o anlamlı eşikten sonra kucaklıyor meraklı
bakışları. Kitaba adını veren “Dört Mevsim Gazozu”, eserin ilk öyküsü olmanın
yanında onun geneline hâkim olan o lirik atmosferi okuma yolculuğunun başına
taşıyan bir içeriğe haiz. Yanında yaralı bir çocuklukla gezen; üzeri tozlanıp
sararmış hatıralarını ilk tazeliğiyle koruyan ve nihayetinde aile savaşlarından
derin kesiklerle çıkan herkesin hikâyesi bu… Bu ilk öyküden sonrakiler genel
itibariyle kadın perspektifinden kaleme alınan kurmacalar yani hikâyenin
anlatıcısı gibi başkahramanı da kadınlar… Bu sebeple onun gel-gitlerini,
duyarlılığını, heyecanını, sevdasını, umudunu, öfkesini, hayal kırıklıklarını
ve mücadelesini izaha yönelik her biri… Kadını merkez alan bu anlatılarda pek
çoğumuzun girmeye cesaret edemediği noktalara temas edildiği, bu bağlamda
yazarın savaşçı ve cesur bir sorumluluk üstlendiği de burada belirtilmeli. Yazımızda,
Dört
Mevsim Gazozu’nun sarsıcı birkaç öyküsü üzerinde durulacak, diğerleri
ilgilisinin merakına bırakılacaktır.
Kız yurdundaki puslu hatıraların yerini bir evin kapısı
önünde, kız çocuğu ile oynanan beş taş oyununa bıraktığı Düşbozumu, bir
kadının hastane odasındaki mecalsiz bakışlarından konuşuyor okuruyla. Onun ürkekliğini,
yorgunluğunu, yılgınlığını anlatıyor şiddetin gölgesine rağmen en jestsiz, mimiksiz
hâliyle… Umudu çürüyen pek çok kadının sesi oluyor sessizlik içinde eriyen
kâbus… Üşüyen adlı öyküde
bekleyen, özleyen, hayatındaki boşluklar içinde üşüyen bir kadının cılız sesi
duyuluyor yine. İnsanları “üşüyenler” ve “üşümeyenler” diye ikiye ayıran,
renkleri de soğuk ve sıcak renkler olarak kategorize eden bir kalbin uçucu
alevi kuşatıyor ruhları. Hayattan umduğunu bulamayan ürperişlerin öznesi…
Eserin en dikkat çekici ve güncel öykülerinden biri olan Çevrimiçi’de ise zamanın
psikolojisini yakalamaya muktedir, realist, şiirsel diline rağmen öfkeyi alabildiğine
hissettiren ve okurdaki empati yetisini arttıran bir anlatım göze çarpıyor. Bir
telefon ekranına hapsedilen duyguların kırgınlık-gurur arasındaki çatışmasını
içselleştirirken kadına ibretle bakıyorsunuz; “İnsan kaybetmekten korktuğunda, her türlü yalana inanmaya hazır hâle
geliyor. Bir yalana bilerek katlanmanın acısı kaybetmenin acısından daha
hafiftir. Ne derler; vazgeçemiyorsan affedeceksin. Affedemiyorsan terk
edeceksin (s. 40).” Kitabın türkülerle bezenen; tek göz odaları, toprak
damlarıyla yoksulluğun konuştuğu bir köyü mekân edinen içli öyküsü Arabaşı
yeni atanan bir köy öğretmeninin objektifinden anlatılıyor. Kadının
hükümranlığı bu öyküde bir beyin perspektifi ile anlamlandırılıyor. Yine pek
çok pek kalbin arayışını, aldanışını, bulduktan sonra geriye kaçışını ve
yitirdikten sonra duyduğu acıyı adlandırabilecek öykülerden biri olan Yitik
Bakış her paragrafında merak uyandıran bir akışa sahip. Dört
Mevsim Gazozu ince hacmine rağmen herkesi kendi yürüyüşüyle
yüzleştirebilecek, bakış açısını gözden geçirmesini sağlayabilecek bir hikâye
taşıyor.
Burada Segâh Hanım’ın ruha dokunan o ince üslubuna da
değinmek gerekiyor. Nitekim Dört Mevsim Gazozu dil ve anlatım
itibariyle alıcıyı kendisine kilitleyen bir yapıya sahip. Cümleler genel
itibariyle kısa fakat zaman zaman anlatılana değil de anlatıma odaklı bir trans
hâline sokuyor okurunu. Bunun sebebini öykülere örtü olan imgesellikte bulmak
zor değil. Segâh Gümüş hikâyelerinin en karakteristik özelliğini de imge ile
yoğrulan ve yönünü şiir ırmağına çeviren bu akışta görüyoruz; öyküşiirde. Bununla
birlikte sık karşılaşılan ikileme ve tekrarlar da anlatımın heyecan düzeyini
arttırıyor. O âna götürüyor okuru, soluk soluğa susturuyor.
Bu öykülerde her gün aynı
yere giden insanların arasından geçerken ansızın duran ve kaldırımlara düşen
diğer gölgelerin üstünden kendininkini çekip çıkaran (s. 7), siyah beyaz bir
fotoğraf sergisinde açık şemsiyeli kadın siluetine bakarken “pardon, hüznünüzü
düşürdünüz” ikazına uyanan (s. 18), şarkıdaki tüm noktalama işaretlerinin
öldürüldüğünü müşahede eden (s. 25), binlerce yılını bir kayıp bakış aramak
için geçiren ve bulduğunu bile bile kaybetmenin kederiyle yaşamaya mahkûm (s.
71) nice kayıp insanın ayak sesi duyuluyor.
Selam ile.