Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Ekim 2024

Kitap Molası XLVIII;Lo'nun Gereklilik Kipleri

Lo’nun Gereklilik Kipleri sevgili Dilek Altundağ’ın Ağustos 2024’te Truva’dan çıkan ilk öykü kitabı. Sıcacık, dost bir imzayla misafir oldu odama. Dilek Hanım’a bu ilk coşkusunu gönderme nezaketinde bulundukları için teşekkür ederim.

Kitap 108 sayfa ve on beş hikâyeden oluşuyor. Kırmızının vurgulandığı kapakta ise taş evlerin çerçevelediği bir sokak sonu görünüyor, sadece yapılarıyla değil, tavrıyla; ağacı, yeşili, çiçeğiyle de uzak bir zamanı anlatıyor bu kare. Arka kapakta aşina, kıymetli bir kalemin Altundağ öyküleri üzerine kaleme aldığı bir metinle karşılaşılıyor. Sadık Yalsızuçanlar okuduğu öykülerin “atmosfer kuran, dokunan, değen, üzen, uyaran, uyandıran o yalın ve etkin” yapısına dikkat çekiyor. Ehil bir kalemden gelen bu yol işareti sayfaların daha titiz bir idrakle açılmasına imkân tanıyor.

Lo’nun Gereklilik Kipleri öykülerimin ilk okuyucusu sevgili eşime ve çocuklarıma sevgiyle” ithafıyla başlıyor. Esere adını veren ilk öykü Birgül Yangın Aslanoğlu satırlarıyla yapıyor açılışını. Metnin girişindeki cümleler muhtelif öykülerde yerini Sait Faik’ten, Bilge Karasu’dan, Pagan şairden, Tolstoy’dan, Anton Çehov’dan alıntılara bırakıyor. “Lo’nun Gereklilik Kipleri” adlı öyküyse yaşanmamış çocuklukların ömrüne yapışan travmatik sürecin bir şerhi. Eserin en sevgili öykülerinden olan bu yaralı metin güzel bir tasarım kabiliyetiyle onarılmış gibi. Sanki yazar hüzün atmosferine soktuğu okuru kurgudaki başarısıyla teselli ediyor; dilsiz dudaksız sızılara bir resim çiziyor. Lo, hepimizin içine kaşları çatık harflerle yazılan gereklilik kipleriyle kalıyor aklımızda.

Kitabın bütünü hassasiyetle okunduğunda her öykünün bambaşka yapıların kapısını zorladığı fark ediliyor. Altundağ öykülerinin en sevdiğim yönü bu oldu; metinlerin birbirine yakın yahut birbirini tekrar eden içerik taşımaması. Birkaç öyküden sonra okurunun, yazarın öykü tutumuyla alakalı belirgin bir kodlama yapamaması. Gerek dil, gerekse içerik açısından her metnin bambaşka dünyaların, insanların, lisanların elçiliğini yapması. Örneğin “Saatçi Çırağı ve Tik Taklar” da mesleğe başlama serüvenini anlatan ve usta-çırak ilişkisiyle geçirdiği günleri saat atölyesinin içinden dile getiren genç, gözlemlerini, tecrübelerini ve bu tecrübelerin süzdüğü hadise silsilesini okurun merakını canlı tutarak anlatırken, “Necati Bey’in Duymadığı Çığlıklar ve Avakado” adlı öyküdeki ana karakterin ruh hâline durum hikâyesinin hâkim bakış açısıyla yer verilir. Yazar burada şiirselliğe aday duygulu bir dil kullanımını seçmiştir. Kitabın en ilginç ürünlerinden olan “Hayallerimin Peşinde” ise yazarlığa gönül veren emekli bir adamın ev yaşantısını işlerken onun kaleme aldığı roman üzerinden ilerler. Metnin merkezinde emekli yazarın eşiyle ilişkileri mi yoksa roman mı vardır çözememekle birlikte Zilan, töre direnişi, Mardin, Süryani kitapçı ve umut ekseninde yükselen roman okurun merakını ikiye katlar. “Çok Yaşatır” da hayatı mahalle kültürü ve teyzesiyle eniştesinin esnaf ve komşuluk münasebetleri üzerinden kavramaya çalışan bir çocuk bakışı karşılar bizi. Ancak buradaki menfaat merkezinden yürüyüşünü sürdüren çocuk dikkatiyle “Paşa Amcaya Gittiğimde” metnindeki ortaokullu çocuğun çekingen ve ezik dikkati birbirinden ayrıdır. Kitabın okuru “Bir masayı kurar gibi işleyeceksiniz kelimeleri. Ama bu masa daima sökülüp takılacak. Yazmak silmektir (s. 73)” cümlelerinin geçtiği yazı atölyesine taşıyan “Hoş Bir Bakış” öyküsü ise platonik bir aşkın zamanla küllenen yollarına götürür kelimelerini. Aşkın değiştirdiği eski alışkanlıklar, gözden ıraklaşan sevgiliyle yeniden yerine konulur. Buna mukabil ilgi ve heyecanla okuduğum ve bir masal, bir halk hikâyesi tadı aldığım “Peride Pipi ve Puhu Kuşları”ndaki aşk kalıcıdır. Sahibiyle özdeşleşen, erirken eriten sonsuzluk durağıdır. “Zır Zır Şule” ve “Cilveli Naciye” sokağa inen, halkın arasına karışan, gözetleyen, güldüren öyküler. İlkinde apartmana yeni taşınan taşkın bir kadının, anlatıcı kapı komşusunun hayatı üzerindeki tesirleri kaleme alınırken “Cilveli Naciye” de zengin bir kadının evinde temizlikçi olarak çalışan Naciye’nin perspektifinden iki farklı yaşam biçimi anlamlandırılır. “Sardunyalar, Böcek ve Arzu’ya Mektup” sıra dışı bir kurgunun karşımıza çıkardığı, mektup türüyle öykünün iç içe geçtiği metinlerdendir. Öyküde Kafka’nın ölümsüz eseri Dönüşüm’e ve Samsa karakterine telmihler vardır.

Esasında Dilek Altundağ öykülerinin belirgin bir özelliği de burada karşımıza çıkar. Pek çok öyküde ünlü yazar ve eserlerine atıfta bulunulur. Örn; Saatleri Ayarlama Enstitüsü (Saatçi Çırağı ve Tik Taklar), Huzursuzluğun Kitabı (Necati Bey’in Duymadığı Çığlıklar ve Avokado), Böyle Buyurdu Zerdüşt (Paşa Amcaya Gittiğimde), Yaşlı Adam ve Deniz (Hayallerinin Peşinde) v.b... Bu durum okuru öykü kahramanları ile eser yahut yazar arasında bir bağ kurma arayışına soksa da yazarın beslendiği yahut etkilendiği kaynakları hikâyelerinde okuruyla paylaşma arzusunun bir sonucu da olabilmektedir.

Severek okuduğum ve modern öyküyü kavrama noktasında istifade ettiğim esere dair minik bir not düşmek isterim. Öykülerin birkaç cümlesi yeni bir tashihe ihtiyaç duymaktadır. İkinci baskıda gözden geçirilmesi kitabın selameti için iyi olacaktır. Örn; “Bu duygu bendeki mesut vakitler geçirme arzumu tüketti (s. 79). (*Bu duygu bendeki mesut vakitler geçirme arzusunu tüketti ya da bu duygu bende mesut vakitler geçirme arzusunu tüketti.)

Selam ile.