Kitap Molası XLVIII;Lo'nun Gereklilik Kipleri
Lo’nun Gereklilik Kipleri sevgili Dilek Altundağ’ın Ağustos 2024’te Truva’dan çıkan ilk öykü kitabı. Sıcacık, dost bir imzayla misafir oldu odama. Dilek Hanım’a bu ilk coşkusunu gönderme nezaketinde bulundukları için teşekkür ederim.
Kitap 108 sayfa ve on
beş hikâyeden oluşuyor. Kırmızının vurgulandığı kapakta ise taş evlerin
çerçevelediği bir sokak sonu görünüyor, sadece yapılarıyla değil, tavrıyla;
ağacı, yeşili, çiçeğiyle de uzak bir zamanı anlatıyor bu kare. Arka kapakta
aşina, kıymetli bir kalemin Altundağ öyküleri üzerine kaleme aldığı bir metinle
karşılaşılıyor. Sadık Yalsızuçanlar okuduğu öykülerin “atmosfer kuran, dokunan,
değen, üzen, uyaran, uyandıran o yalın ve etkin” yapısına dikkat çekiyor. Ehil
bir kalemden gelen bu yol işareti sayfaların daha titiz bir idrakle açılmasına
imkân tanıyor.
Lo’nun Gereklilik
Kipleri “öykülerimin
ilk okuyucusu sevgili eşime ve çocuklarıma sevgiyle” ithafıyla başlıyor.
Esere adını veren ilk öykü Birgül Yangın Aslanoğlu satırlarıyla yapıyor
açılışını. Metnin girişindeki cümleler muhtelif öykülerde yerini Sait Faik’ten,
Bilge Karasu’dan, Pagan şairden, Tolstoy’dan, Anton Çehov’dan alıntılara
bırakıyor. “Lo’nun Gereklilik Kipleri” adlı öyküyse yaşanmamış çocuklukların
ömrüne yapışan travmatik sürecin bir şerhi. Eserin en sevgili öykülerinden olan
bu yaralı metin güzel bir tasarım kabiliyetiyle onarılmış gibi. Sanki yazar
hüzün atmosferine soktuğu okuru kurgudaki başarısıyla teselli ediyor; dilsiz
dudaksız sızılara bir resim çiziyor. Lo, hepimizin içine kaşları çatık
harflerle yazılan gereklilik kipleriyle kalıyor aklımızda.
Kitabın bütünü
hassasiyetle okunduğunda her öykünün bambaşka yapıların kapısını zorladığı fark
ediliyor. Altundağ öykülerinin en sevdiğim yönü bu oldu; metinlerin birbirine
yakın yahut birbirini tekrar eden içerik taşımaması. Birkaç öyküden sonra okurunun,
yazarın öykü tutumuyla alakalı belirgin bir kodlama yapamaması. Gerek dil,
gerekse içerik açısından her metnin bambaşka dünyaların, insanların, lisanların
elçiliğini yapması. Örneğin “Saatçi Çırağı ve Tik Taklar” da mesleğe başlama
serüvenini anlatan ve usta-çırak ilişkisiyle geçirdiği günleri saat atölyesinin
içinden dile getiren genç, gözlemlerini, tecrübelerini ve bu tecrübelerin
süzdüğü hadise silsilesini okurun merakını canlı tutarak anlatırken, “Necati
Bey’in Duymadığı Çığlıklar ve Avakado” adlı öyküdeki ana karakterin ruh hâline
durum hikâyesinin hâkim bakış açısıyla yer verilir. Yazar burada şiirselliğe
aday duygulu bir dil kullanımını seçmiştir. Kitabın en ilginç ürünlerinden olan
“Hayallerimin Peşinde” ise yazarlığa gönül veren emekli bir adamın ev
yaşantısını işlerken onun kaleme aldığı roman üzerinden ilerler. Metnin
merkezinde emekli yazarın eşiyle ilişkileri mi yoksa roman mı vardır
çözememekle birlikte Zilan, töre direnişi, Mardin, Süryani kitapçı ve umut
ekseninde yükselen roman okurun merakını ikiye katlar. “Çok Yaşatır” da hayatı
mahalle kültürü ve teyzesiyle eniştesinin esnaf ve komşuluk münasebetleri
üzerinden kavramaya çalışan bir çocuk bakışı karşılar bizi. Ancak buradaki
menfaat merkezinden yürüyüşünü sürdüren çocuk dikkatiyle “Paşa Amcaya
Gittiğimde” metnindeki ortaokullu çocuğun çekingen ve ezik dikkati birbirinden
ayrıdır. Kitabın okuru “Bir masayı kurar
gibi işleyeceksiniz kelimeleri. Ama bu masa daima sökülüp takılacak. Yazmak
silmektir (s. 73)” cümlelerinin geçtiği yazı atölyesine taşıyan “Hoş Bir
Bakış” öyküsü ise platonik bir aşkın zamanla küllenen yollarına götürür
kelimelerini. Aşkın değiştirdiği eski alışkanlıklar, gözden ıraklaşan
sevgiliyle yeniden yerine konulur. Buna mukabil ilgi ve heyecanla okuduğum ve
bir masal, bir halk hikâyesi tadı aldığım “Peride Pipi ve Puhu Kuşları”ndaki
aşk kalıcıdır. Sahibiyle özdeşleşen, erirken eriten sonsuzluk durağıdır. “Zır
Zır Şule” ve “Cilveli Naciye” sokağa inen, halkın arasına karışan, gözetleyen,
güldüren öyküler. İlkinde apartmana yeni taşınan taşkın bir kadının, anlatıcı
kapı komşusunun hayatı üzerindeki tesirleri kaleme alınırken “Cilveli Naciye”
de zengin bir kadının evinde temizlikçi olarak çalışan Naciye’nin
perspektifinden iki farklı yaşam biçimi anlamlandırılır. “Sardunyalar, Böcek ve
Arzu’ya Mektup” sıra dışı bir kurgunun karşımıza çıkardığı, mektup türüyle
öykünün iç içe geçtiği metinlerdendir. Öyküde Kafka’nın ölümsüz eseri Dönüşüm’e
ve Samsa karakterine telmihler vardır.
Esasında Dilek Altundağ
öykülerinin belirgin bir özelliği de burada karşımıza çıkar. Pek çok öyküde
ünlü yazar ve eserlerine atıfta bulunulur. Örn; Saatleri Ayarlama Enstitüsü (Saatçi Çırağı ve Tik Taklar), Huzursuzluğun Kitabı (Necati Bey’in
Duymadığı Çığlıklar ve Avokado), Böyle
Buyurdu Zerdüşt (Paşa Amcaya Gittiğimde), Yaşlı Adam ve Deniz (Hayallerinin Peşinde) v.b... Bu durum okuru
öykü kahramanları ile eser yahut yazar arasında bir bağ kurma arayışına soksa
da yazarın beslendiği yahut etkilendiği kaynakları hikâyelerinde okuruyla paylaşma
arzusunun bir sonucu da olabilmektedir.
Severek okuduğum ve
modern öyküyü kavrama noktasında istifade ettiğim esere dair minik bir not
düşmek isterim. Öykülerin birkaç cümlesi yeni bir tashihe ihtiyaç duymaktadır.
İkinci baskıda gözden geçirilmesi kitabın selameti için iyi olacaktır. Örn; “Bu
duygu bendeki mesut vakitler geçirme arzumu tüketti (s. 79). (*Bu duygu bendeki mesut vakitler geçirme
arzusunu tüketti ya da bu duygu bende
mesut vakitler geçirme arzusunu tüketti.)
Selam ile.