Kitap Molası XLVI; Fiyakalı Hayat
“Evet, sözlerim var ki tefecinin elinde hurda, hurdacının dilinde antika, antikacının sükûtunda nadide birer inci… Açık arttırmada güvercin kanadında bir tüy etmeyen esarettir ah sözlerim. Ahulara emanettir, avcının keskin ağusuna bandırır manayı, saklar ağyara, hâl bilmeze yüzünü, peçelidir.” (Fiyakalı Hayat, s. 33.)
Edebiyatın
ince, zarif, hanımefendi yüzlerini bir ayrı severim. Beni zamanın hodgamlığından
çekip alır onlar; yerine mazinin mahzun, temiz, özlenen özünden bir nefha
bırakırlar. Sevgili Yasemin Kuloğlu da zihnimin bu alanını şekillendiren
edebiyatçılardan biridir. Üç kitabını yollamış bana geçtiğimiz günlerde, öptüm,
başıma koydum.
Tek
Kanatlı Senfoni Yasemin
Hanım’ın ilk baskısını 2021 Aralık’ta Çıra yayınlarından yapan kitabı. Bambaşka
ise Nisan 2024’te yine Çıra yayınlarından çıkan 72 sayfalık şiir kitabı. Bu
kitaptaki şiirler otuz üçe kadar numaralandırılmış ve benin merkez alındığı her
şiir diğerine pamuk ipliğiyle de olsa bağlanmış. Kuloğlu’nun gönderdiği eserler
arasında 2024’te Çınaraltı yayınlarından çıkan Fiyakalı Hayat isminde
bir de deneme kitabı var. Şiirin deneme ile bağlantısını ve bir denemecinin
şair olmasının avantaj mı, dezavantaj mı olduğunu yeniden düşünmemi sağladı. Bu
sebeple burada denemeci şairin Fiyakalı Hayat’ı üzerinde durmak
istedim.
Tertemiz
bir doğa örtüsü içinde güllerin ön plana çıktığı bir kapak tasarımıyla kitap
127 sayfa ve 27 denemeden oluşuyor. Eserini “Sözün Eri” dediği Ayla Ağabegüm’e
ithaf etmiş Kuloğlu. İlk parça “Eskimeyen Şubat” Ayşe’ye yazılmış bir mektup
tadında. Bir dergide görsem öykü olarak da okuyabilirdim “kar”, “Allah” ve
“veda”nın ördüğü metni. Mensur şiire göz kırpan bir yanı da var onun; türlerin
harmanlandığı mecra. Esasında burası kitaba dair hem merakı ve hem de
beklentiyi arttırıyor ve ikinci denemeye, esere adını veren “Fiyakalı Hayat” a
sessiz bir yangınla taşıyor bizi.
“Fiyakalı
Hayat” ile içimizde dağınık duran parçalar birleşmeye başlıyor, netleşiyor
resim. Zira Yasemin Hanım’ın muhatabı olan yazısı bir şiirden kopmuş hissiyatı
veriyor. Yazar şairliğini yanına alarak çıkıyor okur karşısına, cümlelerini
mısralarının gizemi ile örtüyor. Okuduklarımız deneme ise de şiirin çağrışım
alanına göz kırpıyor; “ey güzel
gülüşlerle güzel günlere hamile dua bahçesi! Bahçıvanın suladığı gözlerinden
göğümüze taze gül demeti, biraz yeşilli biraz mavili yasemin saksılarında
yeniden diplerinden filiz veren umut, umudum! Gidelim ab-ı hayatım, atlar ve
uzaklar bize hayran iken biz şehre ve çiçeklerin mutfağındaki o ziyafete
(s. 16).”
Diğer
yandan denemelerde sıklıkla anıştırmalarla karşılaşılıyor. Her köşe başında
tanıdık bir ses yahut surete rastlama ihtimali yüksek; bir şiir, bir türkü,
masalların şerh ettiği o uzak dünya… Kuloğlu ilhamını kültür dokumuzdan, edebiyat
motiflerimizden aldığını her fırsatta haykırıyor; “çöl daha kalabalıkmış
Kâbe’den diyorlar, dön kalbine. Dön
gözyaşı vadisine (s. 25)”, “İnecek var
diyorum, hemen ilk durakta, durdurun
kelimeleri ki bin bir mana ile taşmışlar yollara (s. 27)”, “çölün derdini taşıyan kum taneleri de
gitmişti (s. 62),”şaşırmak bahanesidir
şahlanmış sözcüklerin (s. 31), “Ben büyütmüyorum. Büyütmesin şairler de bu
yangınları. Kelimeler yağsın üstümüze
şiirden (s. 51), “Takipçisi çok kimsesi yok bir dünyada kim kimin ne kadar kimsesi ise? Ah
kimseler bilmez gülüşlerin açtığı
yaraları (s. 52).”
Denemeler
yazarın çocukluğundan, ilk gençlik döneminden, hayat öyküsünden izler taşıyor. Özellikle
yazıcının his dünyasına ayna tutan “Kar(v)galarım”, babasını anlattığı “İlk
Öğretmenim”, edebiyatı içselleştirme süreci ve edebiyat öğretmeni ile olan
rabıtası “Edebiyat Çorbası (Unutulmayanlar), annesini ve ondan devraldığı ruhla
oyuncak bebeklere bakışını ortaya koyduğu “Sen Sahici misin Bebek?”
otobiyografik özellik taşıyan çalışmalardan… Eserin elli dördüncü yaprağından
sonra ise dünya kelimesinin çerçevelediği başlıklarla (Dünyanın Kahrı, Dünyanın
Kapısı, Dünyanın Dayanılmaz Hafifliği, Dünya Bir Yana, Dünya Evi, Dünyanın İpi,
Dünyanın Yarısı) karşılaşılıyor. Bilhassa bu denemeler yazarın tezatla tesis
ettiği anlam dünyasının özümsenmesine imkân tanıyor. Örneğin “Dünya Telaşı”
başlıklı yazı “…anlaşmaksızın yer değiştirmişlerdi anlaşılan. Anlaşılamayan.”,
“Dünyaya yâr olmaya gelmemişim ben yorgun argın, sana yar olmak var iken. Yok iken.”,
“İhtiyarladım. Sen gelmeden… Gelince…”, “Cümlesi birden gelsin kelimelerin,
hazırım. Değilim”.
Fiyakalı
Hayat’ın
denemeleri yazarın şairliğine yaslanırken Kuran’dan, tarihten, Türk edebiyatından/sinemasından
ilham alıyor. Estetiği önceleyen, edebî sanatları metnin olmazsa olmazı gören
okurların beğeniyle takip edebilecekleri bir kitap bu… Yasemin Kuloğlu’nun duygu ve düşünce günlüğü
olarak okunurken duyguların da yeni birer tefsiri adeta; “Çünkü sevmek, çatısı evimin, bacası, sıvası, duru, durağı, aşı, eşyası,
duası. Olmayacak olanı olduran da o makbul olan anı. Cuması. Nidası. Yalvarışı.
Melike bestesi, Hüthüt’ten Süleyman’a dünyanın bütün mal varlığı, mevsimi,
iklimi, ferdası, yaşı, yağışı (s. 92).”
Yolu
açık ve aydınlık olsun.