Kitap Molası XLIX; Beli Bükük ile Mezar Taşı
Beli Bükük ile Mezar Taşı öykülerine pek çok dergiden vâkıf olduğumuz Rukiye Saran Aydın’ın Mart 2024’te Hece yayınlarından çıkan ilk kitabı. Yazarın “manevi desteklerinden ötürü rahmetli babasına ve ailesine” ithaf ettiği kitap, onun ince imzasıyla geldi evime. Teşekkür ederim.
Beli Bükük ile Mezar
Taşı 143 sayfa olup on dokuz hikâyeden oluşur. Oldukça
ilginç kurgulara ev sahipliği yapan metinlerin kimi durum öyküsünün
imkânlarından faydalanarak şiirsel mesajlar taşır, kimi çocuk edebiyatı
çerçevesi içinde okunabilecek bir içeriğe haiz. Kitaba ismini veren öykü, sembolik
bir anlatımla açar kapılarını okuruna. Öyküde bin sayfalık mezar taşını sırtına
yüklenen anlatıcı, su gibi berrak ve dingin kodlamalarla geçer günlerin
içinden, düşündürür. Özü, asıl sınava hazırlayan bir yükseliştir bu yükleniş esasında…
Kitabın metinlerinde baskın tabiat
motifleri öne çıkar. Kurguların büyük çoğunluğu zamanın göğü kapatan gri
betonlarına muhalif bir duruş olarak düşünülebilir. Özellikle örgüsünü intak
sanatı ile oluşturmuş “Yeşil Deniz” öyküsü bitkilerin, yeşilin, metruk
yapıların dile gelmesi ile buna örnek teşkil eder. Öyküde Rukiye Hanım’ın
ismini zikrettiği envaiçeşit bitkiyle tabiat bilgisine hâkimiyeti göze
çarparken üslubundaki akışkan güzellik seyredilir. Yine “Bir Değişme(me)
Masalı” da ağacın, apartmanların gölgelemediği berrak güneşin, uçsuz bucaksız
kırların, masmavi kelebeklerin ezgisi eşliğinde doğayla iç içe olan üç kardeşin
mutluluğuna eğilir. Kitapta yeniden karşılaştığım bu öyküyü Edebiyat Ortamı dergisinde okuduğumda da
çok beğenmiş, sıcacık bir lezzet duymuştum. Öykünün muhtevasını tabiatta kalanın,
kentin zamanına ayak uyduramayışı şekillendirir. Doğanın sınırsız büyüsüyle
hemhâl olduktan sonra kasabadan gelen ekmek kokusunun da cazibesiyle yorgan
astarı almaya gönderilen küçük kardeş gittiği yer ile ruh uyuşmazlığı
yaşamaktadır. Hülasa Saran Aydın kurgularında eskinin insan ruhuna dokunan ve
doğanın güzelliğini öne çıkaran o berrak yapısı baş tacı edilirken her şeye
rağmen gönüllerde yaşayan nostaljiye yer verilir. Yazar doğa-insan çatışmasını
kimi öykülerinde bir adım ileri taşıyarak köyün bozguna uğramamış ahvâliyle
kentin şımarık ve acımasız yüzünü karşılaştırır. Betimlemelerin boğmadığı sade
bir zarafetle kaleme alınmış “Boz Yap” isimli öyküde babası kente atanan köylü
bir çocuğun okul sıralarında yaşadığı tecrübeler aktarılır (s. 66); “Arkaya geçmemin sebebi, çevremi saracak olan
çemberi en azından hilal şekline çevirme imkânına kavuşma ihtimaliydi. Böylece
arkamda sadece duvar olacaktı. Arkamdaki duvar çevremi saracak olanlardan
iyiydi, ona sırtımı dayayabilirdim.” Kent çocuğu acımasızdır, ısrarcıdır,
kucaklayıcı değildir. Elbet bu kalabalığın içinde kaideyi bozan istisnalar da
vardır fakat çoğunluğun gücü bu istisnaları boğmaya muktedir olur. İnsandan
çıkıp köy-şehir çatışmasına varan ve modern hayatın ruhtaki travmalarını
yansıtan bir diğer öykü de “Götürülmeyen”dir. Öyküde şehrin hapishanesi olan
evinde sıkışıp kalmışken getirdiği birkaç erzakla köyünün kokusunu evine, sofrasına
taşıyan kadının bir günü konu edilir. “Çıkmaz Cadde” de çağın eleştirisini
yapan metinlerdendir. Burada, hız çağının hızı kesen kalabalığını anlatırken
bir çelişkiye dikkat çeken yazar otobüs yolculuğunu öyküleştirir. Elindeki
kitap ise düşüncelerinin tek tanığıdır. İnce betimlemelerin tabiatı ördüğü
“Başakların Umudu” da “günler geçerken kesilen saçının önceki gürlüğüne
kavuşması beklenen annesini” gözleyen bir başak tanesinin dilinden anlatılır. Başak
tanesi bir zamanlar yaşadığı yerlerin masal diyarı olduğunu annesinin dilinden
aktarırken makinelerin çevreye verdiği hasarı içselleştirmektedir.
“Başakların Umudu” ile birlikte
kitaptaki pek çok öykünün kâh aşikâr edilen kâh başlangıcında gizli tutularak bir
müddet okurun muhayyilesini zorlayan anlatıcıları farklı canlılarla ve
cisimlerle oluşturulur. Örneğin eserin ikinci öyküsü “Gelin” de kıtalar
ötesinden yaşlı kadının evine konuk gelen temizlik robotunun bakış açısı ortaya
konulmaktadır. Oğlunun eve gelin getirmesini bekleyen ve yalnızlığını yoldaşı
edinen yaşlı kadın zamanlar geçtikçe bu becerikli misafiri gelini gibi
benimseyecek ve ona ömrünü hülâsa edecektir. İnsan icadı bir robota merhametten coşkuya,
heyecandan sevince insanî kodlamalar yapılması dikkat çekicidir.
Rukiye Hanım bazı öykülerinde
öykünün sonuna dek anlatıcı kimliğini saklı tutarak okuru düşünce anaforuna
çekmeyi hedefler. “Başakların Umudu” öyküsünde olduğu gibi ilerleyen süreçte kahramanın
bir başak tanesi olduğunu görür, kafamızda çizilen resme somut bir kimlik
kazandırırız. “Sonsuz Yolculuk” öyküsü de bu sınıfa tâbi olan özel
öykülerdendir. Yalnız “Sonsuz Yolculuk” diğerlerinden ince farklarla ayrılır.
Burada tabiatla hemhâl olan ve ince tasvirlerle uzun uzun ondan bahseden
anlatıcıyı bulmaya çalışırken onun yaratılmışlar içinde insan ve insanın
sonsuzlukla olan rabıtasına benzeyen yönlerini fark ederiz. Okurken şahsen
aklıma Filistin’de eza içindeki kardeşlerimiz geldi. Yalnızlığıyla yüzleşen ve
sonra insana fayda götüren bir kitabın dilinden anlatılan “Kutlu Göç”, eski
fotoğrafların dilinden olduğu tahmin edilen ve çocuk öyküsü kategorisinde de
değerlendirilebilecek “Eski Sandığa Kapatılanlar” da bu metinlerdendir.
Anlatıcı karaktere yüklenen en ilginç kimliklerden birine “Görevliler” adlı öyküde rastlarız. İnsan
vücudunu keşfe çıkan bir virüsün dilinden benzetmeleri, telmihleri,
kişileştirmeleriyle oldukça ilginç bir okuma yolculuğu geçiririz “Görevliler”
ile. Özellikle beyin ve kalbin keşif seyahati mesaj yüklüdür.
Anlaşılacağı üzere Beli
Bükük ile Mezar Taşı’nın öyküleri duyarlı, hassas,
titreyen bir gönülden kanat çırpar. Bir muhacir öyküsü olan “Yangından
Kaçarken” , iş görüşmesine giden bir annenin çıkmazının konu alındığı “Kayıp
Günlerden Bir Gün”, kâh güldüren kâh düşündüren ama en çok empatiye temas eden
bir yolculuğun öyküsü “Güvensizlik Yoldaşım” kitabın dikkate şayan diğer
öykülerindendir.
Selam ile.