Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Nisan 2024

Kitap molası XLIII; Miyase Çıkmazı

Söylenecek her şeyin aslında söylenmiş olduğu ve nihâyet bulduğu dünyada kurmacanın bir sonu yok. Öyküler farklı zaman, mekân ve insanları ziyaret etmemize imkân verdiği kadar edebiyatın, yaşamlarımızın içindeki öyküleri fark etmemiz ve yoklamamız için fırsat sunduğu sanat mektepleridir de. Fatma Nur Uysal Pınar Loras yayınlarından çıkan kitabı Miyase Çıkmazı’nı dalında çiçek bir imza ile göndermiş haneme, teşekkür ederim. Kendisinin küçürek öykülerine dergilerden vâkıfım. 119 sayfalık Miyase Çıkmazı’nın klasik öykülerden oluştuğunu gördüğümde yazarın çalışmalarını başka veçheleriyle tanıyacağım için ayrıca mutlu oldum.

Saat kulesi, ahşap çerçeveli ayna ve aynı tonlardaki sandalye, çocukluğumuzun o güzel zamanlarından kopmuşçasına duran desen ve motifleriyle yeşil ağırlıklı bir kapak tasarımı. Burada bekleyince, öykülerle kapak arasında münasebet kurma çabası artıyor.

On beş öyküden oluşuyor kitap, “duasını zırh bildiğim anneme” ithafıyla başlıyor. Esere adını veren “Miyase Çıkmazı”, onun ilk öyküsü. Öyküye girdiğimizde, kısa ise de tasvir gücü yüksek, berrak ve akıcı cümlelerle karşılaşıyoruz; “baktıkça doymak bilmeyen mideye dönüşür gözlerim”. Fatma Hanım’ın bütün bir kitaba mührünü vuran bu tavrı, bence onun öykülerinin en can alıcı noktası zira kısa ve öz cümlelerle de yüksek bir sanat yapılabileceğinin izahı bu yapı. Yakınımızda duran “o” hayalin, heyecan dolu bekleyişlerin ve nihayetinde cesaretle gelen bir yitirişin öyküsü “Miyase Çıkmazı”. Sokağın, esnafın, müşterinin, aşina yüz ve seslerin sesi. Almadan vermenin, sevinme ihtimaline tutunan sevilmeden sevmenin samimiyet tonu.

Tematik noktada farklılık arz etse de eserin diğer pek çok öyküsünde “Miyase Çıkmazı” ile ruh aşinalığı kuran bir taraf var. Çocukluğunun bir kısmını 1980’lerde yaşayanlar ama illa ki büyük bir tarafıyla 1990’lı yıllarda kalanlar fark ederler bu tınıyı. Nitekim ikinci öykü “Ses-sizlik”te de o tanıdık mahallelerde zamana ve anılara direnemeyen bir kadın portresiyle karşılaşılıyor. Belki de pek çok kadının söylenmemiş sözü, duyulmamış sesi olduğu için içinde hasretten, kırgınlıktan, pişmanlıktan, sükûttan, bir miktar da umuttan olan bu öyküleri seviyorum; canım kadınların anlatamadıklarını okuyarak anlamlandırmayı... İşte, geriye dönüş tekniği ile inşa edilen ve adını sessizliğinden alan öyküde böyle bir ses kuşatıyor okurunu. Mor menekşeli yorganı örtüsü kılan “Olur mu Olur” isimli üründe geriye dönüş ve bilinç akışı tekniğiyle haksızlığa uğramış bir adamın eşi Müfide üzerinden hayatın yorgunluğunu yorumladığı görülüyor; muvazenesini kaybedenlerin duygudaşlık beklentisi. Hâkim bakış açısı ile kaleme alınan “Koku Kaybı”nda ise Utrecht’e giden bir kadının serüvenini takip ederken “hem gurbette yaşayan, hem gurbeti içinde yaşayan” Sema ile karşılaşılıyor. Kitabın “Biraz Biraz” adlı öyküsü konusu itibariyle hayli ilginç. İhtiyar bir adamın lisanından eşi Nazan’la geçirdiği sevgi dolu kırk yedi seneyi dinlemek müşfik, nazik bir atmosfere taşıyor okuru. İlerleyen yaşının ağırlığını yaşadıklarının güzelliğiyle hafifletmeye çalışan karakterin anlatımı boyunca taze tuttuğu merak ögesi, metin bitiminde hayrete bırakıyor yerini. “Ekşi Mesele” de alışılagelmiş içeriklerin aksine kadınla adamın yer değiştirdiği, evden çıkıp giden eşinin ardından iki evladıyla kalan bir babanın mücadelesine yer veren bir öykü. Yine o baskın mahalle insanının samimi kokusu. Semt pazarları, göğüs ağrısı, ev işleri, gözetleyen pencereler, meraklı perdeler, yoğurt mayası…

“İnsan içinden atamadığı hatanın kölesi olabiliyor (s. 43).”

Miyase Çıkmazı’nın çok başarılı bulduğum ve severek okuduğum öykülerinden biri “Radyocu Nagfel”. Çocukluğun çocukluk yıllarında kalmadığının, insanın bütün bir hayatını ve şahsiyetini belirlediğinin tercümesi bu öykü… Yetiştirilmeye çalışılan davaların, açılan dosyaların yanında, kişinin kendi içinde kapatamadığı hesapların sözcüsü. Fatma Nur Uysal’ın “Utancımla üvey kardeşler gibi yaşıyoruz” gibi teşbih gücü yüksek cümlelerle ördüğü öykü, küçükken atılan ve ilerleyen yıllarda takıntıya dönüşebilecek adımların vicdan çıkmazı içinde yeni bir yanlışa evrilip evrilmeyeceğini düşündürüyor. Kitabın “Kapı Duvar” öyküsünü de anlatım tekniği ve içerik açısından hayli başarılı buldum. İsmet adlı karakterin Suzan’a giderken bıraktığı 2019 tarihli bir mektup bu. Geleceği şekillendireceği fark edilen bir ömrün muhasebesi ve muhakemesi geride kalana emanet edilirken öykünün psikolojik bir kimlik taşıdığı fark ediliyor. Keskin bir sızıyla, bir seda kalıyor geride okura; “gönlümün gümüş düğmesi”.

Eserin diğer öyküleri de hayatın sunduğu detayları ustalıkla tasvir eden türden. “Asi Kız Yahut Pençe” de toplumsal tepki ve reflekslerin, fiziksel özellikleri sebebiyle yaşama yenik başladığını düşünen kızı soktuğu bunalım konu alınıyor. “Bir İki Üç” yavrusunu yitiren bir annenin iflah olmaz acısıyla ağırlıyor okurunu. Öykü, sonuçtan ziyade sonuca giden yolların detaylandırılması noktasında oldukça gerçekçi ve tesirli… Hemen burada Fatma Hanım’ın izlediği film ve okuduğu kitaplara (Yeşil Yol, Gülün Adı) atıfta bulunduğunu da paylaşmak gerekiyor. “Tığ” da yurt dışındaki babadan uzak geçen bir çocukluk ve gençlik döneminin –özellikle anneyi merkez alan- bir duygu durumuyla yorumlanması, “Onun Yerine” de ablasına ve annesine anne olan bir kızın serencamı, “Elma Çekirdeği” nde mutsuz bir çocuğun bakış açısının karşılaştırdığı saf çocuk kalbi, “Aynadaki Ben Bendeki Ayna”da mazide kalamamış bir aşk defterinin kapanışı içselleştiriliyor. Eserin son öyküsü “F/elek ise “geçmişini bütün geçmeyişleriyle ardında bırakan” bir kızın babaannesiyle kurduğu ilişkinin yansımalarını, kanser olan annesinin vefatından sonra çocukluğunun geçtiği eve yeniden gidişini ve hatıralarıyla karşılaşmasını konu alan başarılı bir çalışma.

Edebiyat yolculuğumda güzel bir iz bırakan Miyase Çıkmazı’nı sevdim. Yolu açık olsun.