Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
31 Mart 2024

Kitap molası XLII; Ahmarubi

İnsanı kendine kilitleyen bir kapak tasarımı; “benim olsaydı” dedirten, hani şu kolay kolay etkisinden çıkamayacağımız cinsten. Arka fonda gecenin, suyun, kilimin çağrışım dünyalarımızı zorlayan otantik fonları, ortasında giyimi farklı kültürlerin tonlarıyla bezenmiş ve yüzü silüet şeklinde duran kadın profili. Mimarını anmış olalım, elimde tuttuğum kapak tasarımı Damla Acar’a ait.

Fatih Selvi’nin bu muhteşem kapakla Ötüken yayınlarından çıkan (2024) Ahmarubi adlı öykü kitabı 117 sayfa ve on iki öyküden oluşuyor. Hikâyelerini dergilerden takip ediyorum Selvi’nin; alışılagelmişin dışında kurgular, orijinal tespitler, sanata riayet etmeyi unutmayan cümleler... Bu sebeple bitmesinden endişe duyan bir gönlün dikkatiyle okudum kitabını.

Ahmarubi’nin tematik kodları toplum, köy ve şehir hayatı, gurbet, ölüm, bölünmüşlük hissi, aşk, ayrılık, edebiyat gibi parçalardan oluşuyor. Kitabın ilk öyküsü “Denizineğine Yakılan Ağıt” yazarın mizahi yaklaşımının canlı bir akıcılıkla bütünleştiği öykülerden... Toplumun değişen dengelerinin uç bir hassasiyetle nasıl aykırı bir kisveye büründüğünün göstergesi olan öykü güldüren ve düşündüren bir yerde. Öyküden yazarın psikolojik ve sosyolojik unsurlarla insanının nabzını tuttuğu anlaşılıyor.

Bir sonraki öykü “Eşek Köy” de oldukça orijinal bir kurgu taşıyor. Yazarın babasına ithaf ettiği bu kapsamlı metin mizahi olduğu kadar duygulu bir alanı ihtiva ediyor. Muhayyileyi zorlayan kurgusuyla bireyin halkına; halkı nezdinde çıkarcılığa, bencilliğe, acımasızlığa başkaldırdığı noktayı merkez kılan çalışma, toplumuna ayna tutma açısından bir önceki öyküyle ruh akrabalığı taşıyor. Esasında Fatih Selvi’nin öyküleri alışılagelmiş anlatımların ötesinde sıra dışı, akla hayale gelmeyecek olay silsilesinden alıyor en cezbedici özelliğini. Hikmet çerçevesi içinde gülümseten öyküler, oluşturulan olay örgüsüyle zamanın ve mekânın yeni birer yorumu.

Kitaba adını veren “Ahmarubi”, esere başladığımız andan itibaren aklımızın bir yerini meşgul edip duruyor. Kapak tasarımına yansıyan isim seçimiyle henüz okunmadan dikkati çekmeyi başaran bu ürün acının, mücadelenin, tutunma arzusunun serüveni. “Kızıl yakut” anlamına geldiğini öğrendiğim Ahmarubi, Batı Darfur’un Cineynesi’nde dünyaya gelen bir kız çocuğu. Tanıklık ettiği dev acılardan sonra Akdeniz’in belki de en hırçın çehresiyle tanışan, büyük savaşını verdikten sonra hayata yeni bir sayfa üzerinden devam eden bir başarı tecrübesi. Özellikle denizde yaşam mücadelesinin verildiği sahnelerde okuru bir anafor içine çekmeyi başaran “Ahmarubi” canlı betimlemeleri ve duygudaşlığı yüksek ruh hâliyle okuru bulunduğu ortamdan koparma gücüne sahip. Fatih Bey’in bir solukta tamamladığım bu öyküsünü çok sevdim. O kadar ki gecenin ikisinde kapanan gözlerime mukavemet edebilmek için öyküye, yüzümü yıkayarak devam ettim. “Ahmarubi” güçlü bir kurgunun yanında edebî sanatları, bilhassa teşbihleriyle Türk öykücülüğü içerisinde konuşulmayı hak eden bir yerde.

Selvi her öyküde yenilik arayışı peşinde koşan, tekrara kaçmaktan imtina duyan bir yazar. “Bozgun” da bambaşka bir cümle dizilimi ile karşılaşıyoruz meselâ. Hâkim bakış açısıyla oluşturulan öyküde geriye dönüş tekniğiyle karakter Nihat’ın öğrencilik yıllarına yolculuk ediyoruz. Keza “Bir Son Duygusu” adını taşıyan metin de anne yarısı teyzenin ölümünün geride kalanda yarattığı duygu yoğunluğu üzerinden konuşuyor okuruyla. Bu öykülerde altı çizilesi cümlelere de rastlanıyor sık sık: “Varoluşunun ekseni saptı sadece, ölmedi teyzem, bu kadar çok ölmemeli. Uzunca bir süre görüşemeyeceğiz o kadar. Ölen sevilmemiş, sevmemiş olandır. Terk edilen, bir yonca gibi sararan, kuruyup toz olandır. Hatırlanmayacak olandır ölen (s. 63).”

Kitabın öyküleri, tam da gücünü toplumsal bir gerçeklikten aldığını düşündürdüğü bir sırada boyut değiştirebiliyor. Böylece anlatıcının realizmin sınırlarından çıkan algı dünyasıyla da karşılaşma imkânı buluyor okur. Hayal hakikat çatışması eserin son kısmındaki bu yeni öykülerin çatısını oluşturuyor. Örneğin “Pazardaki Zaman Makinası” pazar kalabalığının insan rutinini parçalayan özgürleştirici kaosunda gezintiye çıktığı söylenen bir adamın çok parçalı seyahati üzerine eğiliyor. Pazar gezintisiyle başlayan bu yürüyüş başka bir evrenin devreye girişiyle anlatıcıdaki parçalanmışlık hâlinin tezahürü; eserin postmodernizme yaslanan öykülerinden. “Ağzıyla Çivi Çakan Adam” da anlatıcının algıda seçiciliğini ve çağrışımların onu hakikat âleminden çıkarıp soyut âleme götürüşünü betimliyor. Kurduğu zihinsel karargâhta anlatıcı muhatabının sözlerinden sıyrılarak onun fiziksel özellikleri ile temasa geçiyor. “Sinek Edebiyatı” adlı öyküye gelindiğinde bunun, bütünüyle postmodernizm yanlısı bir yapı sergilediği görülüyor. Woolf’tan Orwell’e, Poe’den Tolstoy’a, Sait Faik’ten Kemal Tahir’e, Tanpınar’dan Leyla Erbil’e pek çok sanatkâr ve eseri girmiş öyküye ancak ürünün savrukluğu ve hızlı geçişleri arasında ustalıkla yerleştirilen detayları yakalayabilmek için yazarların hayat hikâyelerine, eser ve biyografilerine vâkıf olmak gerekiyor.

Fatih Bey’in özellikle ikinci tekil şahıs zamirine yöneldiği durum hikâyelerinde anlatımı hemen bütünüyle betimlemelere, sanatsal bir dile hasrettiği görülüyor. “Suyun Çekim Kuvveti” ve “Yeniden Başlamak” adlı öyküler bu sınıfa dâhil.

Alanımızın kısıtlayıcı hacmine rağmen kitabın son öykülerinden “Hakkâri Günlüğü”nü de burada anmak isterim. Hakkâri’ye vazife için giden karakterin hâlet-i ruhiyesine tanıklık etme imkânı bulduğumuz bu öykü 2010’un Mart ve Nisan aylarını kapsayan günlük kimliği altında kaleme alınmış. Ürün içselleştirilemeyen ortamla karşı karşıya kalan insan algısının katmanlarına dair emareler taşırken onun gittikçe değişen, içine gömülen psikolojisini de gözler önüne serme noktasında oldukça başarılı.

Ahmarubi kapağı gibi özgün, derinlikli, çok renkli ve çok desenli bir eser. Ferdin olduğu kadar toplumun nabzını tutma hususunda da son derece başarılı. Yolu açık ve aydınlık olsun.

Selam ile.