Kitap molası XLII; Ahmarubi
İnsanı kendine kilitleyen bir kapak tasarımı; “benim olsaydı” dedirten, hani şu kolay kolay etkisinden çıkamayacağımız cinsten. Arka fonda gecenin, suyun, kilimin çağrışım dünyalarımızı zorlayan otantik fonları, ortasında giyimi farklı kültürlerin tonlarıyla bezenmiş ve yüzü silüet şeklinde duran kadın profili. Mimarını anmış olalım, elimde tuttuğum kapak tasarımı Damla Acar’a ait.
Fatih Selvi’nin bu muhteşem
kapakla Ötüken yayınlarından çıkan (2024) Ahmarubi adlı öykü kitabı 117 sayfa
ve on iki öyküden oluşuyor. Hikâyelerini dergilerden takip ediyorum
Selvi’nin; alışılagelmişin dışında kurgular, orijinal tespitler, sanata riayet
etmeyi unutmayan cümleler... Bu sebeple bitmesinden endişe duyan bir gönlün
dikkatiyle okudum kitabını.
Ahmarubi’nin tematik kodları toplum, köy
ve şehir hayatı, gurbet, ölüm, bölünmüşlük hissi, aşk, ayrılık, edebiyat gibi
parçalardan oluşuyor. Kitabın ilk öyküsü “Denizineğine Yakılan Ağıt” yazarın
mizahi yaklaşımının canlı bir akıcılıkla bütünleştiği öykülerden... Toplumun değişen
dengelerinin uç bir hassasiyetle nasıl aykırı bir kisveye büründüğünün
göstergesi olan öykü güldüren ve düşündüren bir yerde. Öyküden yazarın
psikolojik ve sosyolojik unsurlarla insanının nabzını tuttuğu
anlaşılıyor.
Bir sonraki öykü “Eşek Köy” de oldukça
orijinal bir kurgu taşıyor. Yazarın babasına ithaf ettiği bu kapsamlı metin
mizahi olduğu kadar duygulu bir alanı ihtiva ediyor. Muhayyileyi zorlayan
kurgusuyla bireyin halkına; halkı nezdinde çıkarcılığa, bencilliğe,
acımasızlığa başkaldırdığı noktayı merkez kılan çalışma, toplumuna ayna tutma
açısından bir önceki öyküyle ruh akrabalığı taşıyor. Esasında Fatih Selvi’nin
öyküleri alışılagelmiş anlatımların ötesinde sıra dışı, akla hayale gelmeyecek
olay silsilesinden alıyor en cezbedici özelliğini. Hikmet çerçevesi
içinde gülümseten öyküler, oluşturulan olay örgüsüyle zamanın ve mekânın yeni
birer yorumu.
Kitaba adını veren “Ahmarubi”,
esere başladığımız andan itibaren aklımızın bir yerini meşgul edip duruyor.
Kapak tasarımına yansıyan isim seçimiyle henüz okunmadan dikkati çekmeyi
başaran bu ürün acının, mücadelenin, tutunma arzusunun serüveni. “Kızıl yakut”
anlamına geldiğini öğrendiğim Ahmarubi, Batı Darfur’un Cineynesi’nde dünyaya
gelen bir kız çocuğu. Tanıklık ettiği dev acılardan sonra Akdeniz’in belki de
en hırçın çehresiyle tanışan, büyük savaşını verdikten sonra hayata yeni bir
sayfa üzerinden devam eden bir başarı tecrübesi. Özellikle denizde yaşam
mücadelesinin verildiği sahnelerde okuru bir anafor içine çekmeyi başaran
“Ahmarubi” canlı betimlemeleri ve duygudaşlığı yüksek ruh hâliyle okuru
bulunduğu ortamdan koparma gücüne sahip. Fatih Bey’in bir solukta tamamladığım
bu öyküsünü çok sevdim. O kadar ki gecenin ikisinde kapanan gözlerime mukavemet
edebilmek için öyküye, yüzümü yıkayarak devam ettim. “Ahmarubi” güçlü bir
kurgunun yanında edebî sanatları, bilhassa teşbihleriyle Türk öykücülüğü
içerisinde konuşulmayı hak eden bir yerde.
Selvi her öyküde yenilik arayışı
peşinde koşan, tekrara kaçmaktan imtina duyan bir yazar. “Bozgun” da bambaşka
bir cümle dizilimi ile karşılaşıyoruz meselâ. Hâkim bakış açısıyla oluşturulan
öyküde geriye dönüş tekniğiyle karakter Nihat’ın öğrencilik yıllarına yolculuk
ediyoruz. Keza “Bir Son Duygusu” adını taşıyan metin de anne yarısı teyzenin
ölümünün geride kalanda yarattığı duygu yoğunluğu üzerinden konuşuyor okuruyla.
Bu öykülerde altı çizilesi cümlelere de rastlanıyor sık sık: “Varoluşunun ekseni saptı sadece, ölmedi teyzem,
bu kadar çok ölmemeli. Uzunca bir süre görüşemeyeceğiz o kadar. Ölen
sevilmemiş, sevmemiş olandır. Terk edilen, bir yonca gibi sararan, kuruyup toz
olandır. Hatırlanmayacak olandır ölen (s. 63).”
Kitabın öyküleri, tam da gücünü
toplumsal bir gerçeklikten aldığını düşündürdüğü bir sırada boyut
değiştirebiliyor. Böylece anlatıcının realizmin sınırlarından çıkan algı
dünyasıyla da karşılaşma imkânı buluyor okur. Hayal hakikat çatışması eserin
son kısmındaki bu yeni öykülerin çatısını oluşturuyor. Örneğin “Pazardaki Zaman
Makinası” pazar kalabalığının insan rutinini parçalayan özgürleştirici kaosunda
gezintiye çıktığı söylenen bir adamın çok parçalı seyahati üzerine eğiliyor.
Pazar gezintisiyle başlayan bu yürüyüş başka bir evrenin devreye girişiyle
anlatıcıdaki parçalanmışlık hâlinin tezahürü; eserin postmodernizme yaslanan
öykülerinden. “Ağzıyla Çivi Çakan Adam” da anlatıcının algıda seçiciliğini ve
çağrışımların onu hakikat âleminden çıkarıp soyut âleme götürüşünü betimliyor.
Kurduğu zihinsel karargâhta anlatıcı muhatabının sözlerinden sıyrılarak onun
fiziksel özellikleri ile temasa geçiyor. “Sinek Edebiyatı” adlı öyküye
gelindiğinde bunun, bütünüyle postmodernizm yanlısı bir yapı sergilediği
görülüyor. Woolf’tan Orwell’e, Poe’den Tolstoy’a, Sait Faik’ten Kemal Tahir’e,
Tanpınar’dan Leyla Erbil’e pek çok sanatkâr ve eseri girmiş öyküye ancak ürünün
savrukluğu ve hızlı geçişleri arasında ustalıkla yerleştirilen detayları
yakalayabilmek için yazarların hayat hikâyelerine, eser ve biyografilerine
vâkıf olmak gerekiyor.
Fatih Bey’in özellikle ikinci
tekil şahıs zamirine yöneldiği durum hikâyelerinde anlatımı hemen bütünüyle
betimlemelere, sanatsal bir dile hasrettiği görülüyor. “Suyun Çekim Kuvveti” ve
“Yeniden Başlamak” adlı öyküler bu sınıfa dâhil.
Alanımızın kısıtlayıcı hacmine
rağmen kitabın son öykülerinden “Hakkâri Günlüğü”nü de burada anmak isterim.
Hakkâri’ye vazife için giden karakterin hâlet-i ruhiyesine tanıklık etme imkânı
bulduğumuz bu öykü 2010’un Mart ve Nisan aylarını kapsayan günlük kimliği
altında kaleme alınmış. Ürün içselleştirilemeyen ortamla karşı karşıya kalan
insan algısının katmanlarına dair emareler taşırken onun gittikçe değişen,
içine gömülen psikolojisini de gözler önüne serme noktasında oldukça başarılı.
Ahmarubi kapağı gibi özgün, derinlikli, çok
renkli ve çok desenli bir eser. Ferdin olduğu kadar toplumun nabzını tutma
hususunda da son derece başarılı. Yolu açık ve aydınlık olsun.
Selam ile.