Kitap Molası XIX; Selim Saraç ve Beyhan Güley Kitabı
Kalemi hünerle kavrayabilen bir elin fikir ve duygularını mürekkep vasıtasıyla kâğıtlara zerk etmesi güzeldir. Kalemi hünerle kavrayabilen bir elin sanatkârın, çağların kalbinden süzerek bugüne taşıdığı eser, fikir ve duyguları kendi perspektifiyle yorumlayabilmesi daha güzeldir. Ya o elin kıyıda kalmış isim ve eserleri ben’in önüne alarak okurla buluşturabilme gayretine girmesi nedir? Ben fedakârlıkla özdeşleştirdiğim bu tavrı “ilmin zekâtını verme bilinci”yle izah edebiliyorum. Gökhan Akçiçek’in gönderme nezaketine girdiği iki değerli eseri de o fıtratın tezahürü olarak betimliyorum.
Beyhan
Güley ve Selim Saraç (Siret Saba), sergüzeştlerine vâkıf olduğum ya da daha
önce eserlerini okuduğum sanatçılar değildi. İlk basımını Artshop yayıncılıktan
Ocak 2022’de yapan ve “Sen Böyle Aşksız ve Unutulmuş: Beyhan
Güley Kitabı” ile “Havada Bir Nefes Suda Bir Yudum: Selim
Saraç (Siret Saba) Kitabı” adlarını alan iki farklı eser vesilesiyle
kütüphaneme iki farklı isim daha kazandırılmış oldu. Biyografi türünde ele
alınabilecek olan kitapların kapak görselinde şairlerin resimleri kullanılmış. Beyhan
Güley kitabı 110, Selim Saraç kitabı ise 96 sayfa
hacminde.
Beyhan
Güley Kitabı’nın
önsözünde hayatın anlamını ve başarıdaki etkenlerle birlikte kalıcı öyküleri
sorgulayan Gökhan Bey kitaba adını veren “sen
böyle aşksız ve unutulmuş” söyleminin şairin tek kitabı olan İçimizdeki
Çocuk’tan alıntılandığını ifade ediyor (s.10). Güley’in eğitimci
kimliği ile sahip olduğu tesire işaret eden bu fasıl, eserin amacını “incelikleri tekrar yaşama katmanın,
yürürlükteki kötülükleri bir süreliğine de olsa gündemin dışına taşımamıza izin
vereceğini düşünüyorum” cümlesi ile açıklıyor. Beyhan Güley’in hayat
öyküsünün kaleme alındığı ilk bölümden onun, dönemin pek çok edebiyat
dergisinde şiir ve öyküleri yayımlanan, edebiyat mahfillerinde tanınan ve
dönemin toplumcu şiir anlayışında yazmadığı için göz ardı edilen duyarlı bir
şair olduğunu anlıyoruz. 39 yaşına geldiğinde rahatsızlanan ve hayatının 18
yılını tekerlekli sandalyeye mahkûm geçiren Güley’in, kitabı hazırlayan
tarafından “kendini ifade edememenin
derin kırıklığı, aşka duyulan ve yüreklere hapsedilen sevgi selinin sönmeye yüz
tutmuş pırıltıları; hüzün mü, yarım ve karşılıksız kalan sevgi teşebbüsleri mi?
Neye sayarsak sayalım tarifi zor bir duygunun girdabına kapılmış, umudun artık
gerçekleşmeyeceğine inanılan bir şiir dili (s. 23) (…) insanlık ülküsü dışında davası olmayan, gerekçesini yaşamın içinden
damıtan, süssüz, iddiasız bir şiir (s. 25)” ile yorumlanan şiir dili
üzerine Şinasi Özdenoğlu’nun değerlendirmesinden başka bir metne ulaşılmadığına
işaret etmesi ise oldukça ilginç. Eserin “Basında Beyhan Güley” adlı bölümünde
Bülent Ecevit, Orhan Birgit gibi önemli isimlerin takdirleri dışında ağabeyi
Ferda Güley’in mektuplarına da rastlıyoruz. Dönem içinde subaylık,
milletvekilliği, bakanlık yapmış olan Ferda Güley’in Nazım Hikmet, Kâzım
Karabekir ve Necip Fazıl ile olan hâtıralarını okumak ise eserin bütünlüğünü
bozmayan ve okura tecrübe kazandıran değerli bir detay olarak karşımıza
çıkıyor. Akçiçek kitabı yayına hazırlarken merhum Beyhan Hanım’ın iki öğrencisi
ile de iletişime geçmiş ve onların öğretmenleri hakkındaki mektuplarını kitaba
dâhil etmiş. Güley’in eserlerinin bir bölüm ve resimlerinin de bir bölüm
hâlinde yer aldığı kitap, kıyıda unutulan bir maziye dokunmanın hazzını
yaşatıyor okuruna.
Okurla
Ocak 2022’de buluşturulan Selim Saraç (Siret Saba) Kitabı da
yazarın kaleme aldığı önsözün lirik atmosferi ile karşılıyor muhatabını. Gökhan
Bey’in, görmeye çok da alışkın olmadığımız o lirik hassasiyeti yüreğimize
işliyor âdeta. Tespitlerdeki rikkat ve samimiyet kendini ortaya koyuyor: “Şairin yazdıklarıyla genişlemek, ufkun
ötesine ulaşmak isteğini mazur görmeliyiz. Çünkü şair yeryüzü gezginidir. Bütün
yolculukların hız aldığı her yerde, dikkatle bakarsak şairlerin ayak izlerini
de görebiliriz (s. 10)” Bununla birlikte 2014 yılında yazar- öğrenci
buluşması için gittiği Trabzon’da okul müdürü ile gerçekleştirdiği sohbet
esnasında Selim Saraç’ın varlığından haberdar olması ve o hâtıranın kitap
olarak hayata geçmesi için sergilediği gayret bu inceliğin izharı. Sevdiğine
seneler sonra kavuşabilen, kundaktaki iyi aylık bebeğine doyamadan 28 yaşında
hayata gözlerini kapatan ve eserleri Varlık,
Kaynak, Türk Dili gibi dergilerde yayımlanan Selim Saraç’ın dokunaklı
öyküsü anlatılıyor kitapta. Merhum şairin mezarının, büyükanne Hafize Hanım’ın,
genç yaşta dul kalan Melike Hanım’ın ve Ordulu kayıp şair Ömer Şahin’in “dört
derkenar” başlığı altında kaleme aldığı satırları da bu hikâyenin içinde okudum
ben. Gökhan Bey devlet memurluğuna gelmesi sebebiyle Siret Saba mahlasını
kullanan şairin şiirlerine yer vermeden önce detaylı bir değerlendirmede
bulunmuş ve yirmi sekiz yaşın, bazen bir şairin şiirini kurması, üslubunu ve
imzasını bilinir kılması için yeterli bir süre olmadığını hatırlatmış. Yazarın
ne demek istediğini yer yer vurucu mısralarla karşımıza çıkan, zaman zaman
dönemin büyük şairlerinden tesirler taşıyan şiirleri okuyunca anlıyoruz.
Şiirlerde dönemin üç önemli şairinin; Necip Fazıl, Cahit Sıtkı ve özellikle
Ziya Osman Saba’nın etkisini gören ve Siret Saba mahlasının kullanılmasını da
Ziya Osman Saba’dan aldığı ilhamla yorumlayan Akçiçek’in hoşgörülerine
sığınarak okuduğum şiirlerde Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar tesiri
bulduğumu da buraya eklemek istiyorum. Bilhassa “Mirgün” adıyla Tanpınar’a ithaf
edilen ve “Bir Gün” adıyla kaleme alınan şiirlerdeki benzerlik belirgin şekilde
Tanpınar etkisini hissettiriyor. Şairin yazdığı son şiir olduğu tahmin edilen
Robenson’a Son Mektup” adlı metin ise “Elveda
Robenson’um gidiyorum/Cenuba doğru sıcak iklimlere/Dünya coğrafyasında adı
geçmeyen bir yere” mısralarıyla söz-kader ortaklığını ortaya koyuyor adeta.
Siret Saba’nın yarım kalan şiirlerinin ve resimlerinin ayrı bölümler hâlinde
yayımlandığı eserin de ince bir vefa örneği olarak gönüllerde yaşamasını diliyorum.
Selam
ile.