Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.95
Gram Altın
2323.53
BIST 100
9092.9
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

21 Haziran 2020

Kitap molası VI

Elimdeki kitabı tamamlamadan, içimle irtibat sağlayabilen cümlelerin altını çizip ajandama notlar almadan, sonra altını çizdiğim cümleleri bir kez daha okumadan yani harflerin hakkını verme gayretine girmeden kitabı rafa kaldırmanın ona haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte bir kitabı bitirmeden bir diğerine başlamayı okuduğum eser kadar okuyacağım esere de haksızlık olarak nitelendirdiğim günleri geride bıraktığıma inanıyorum. Akademik okumalardan bunalan ruhumun aniden bir şiire, denemeye veya hikâyeye ihtiyaç duyduğu zamanlardan geçiyorum. Böylece, aslında çoklu okuma yapmanın ve bu okuma çeşitliliği içerisinde kendini anlamlandırmanın insana daha iyi geldiğini hissediyorum. Üstelik okumanın mecburiyet kadar bir talep olduğu bu anlar, kişiyi dünyalı dursa da dünyadan koparan yazma eyleminin içine çekebilen zamanlar…

Hafta başında Ketebe Yayınları’ndan kısa zaman önce çıkan ve Edgar Allan Poe’nin Selma Aksoy Türköz tarafından Türkçeye çevrilen “Çalınan Mektup” u ile tanıştım. Amerikan Edebiyatı’nı aşan bir etkiyle dünya edebiyatında iyi bir şair, yazar ve edebiyat eleştirmeni olarak bilinen Poe, gotik kurgu türünün yerleşmesine sağladığı katkılarla önemli bir isim olarak karşımızda duruyor. Öykü ve çevirilerini İtibar, Post Öykü, Hece, Hece Öykü, Muhayyel, Dergâh, Temmuz, Tahrir, Karabatak gibi dergilerden takip ettiğimiz ve titizlikle sürdürdüğü çizgiyi takdir ettiğimiz Selma Aksoy hanımefendi Edgar Allan Poe’nin beş öyküsünü çevirmiş bu kitapta. 131 sayfa olan kitap kalabalık bir kapak tasarımıyla karşılıyor okurunu. Kırmızı bir fon üzerine iliştirilen görseller acının, öfkenin, çığlığın, tutkunun izdüşümü gibi. Kitabın ilk öyküsü olan “Diri Diri Gömülme” yi okur okumaz kapağı kendi içinizde anlamlandırma fırsatı yakalıyorsunuz: Victorine Lafourcade’nin yaşama savaşı veren hikâyesinden, Mr. Edward Stapleton’un zor ve heyecan uyandıran anlarına ve nihayet anlatıcının ölümü soluğunda duyan zamanlarına uzanan bir yürüyüş bu. Kitabın ikinci öyküsü, ona adını veren “Çalınan Mektup” Bir hırsızlık hadisesinin ardına saklanan muazzam bir empati yeteneğinin ve zekâ oyununun çözüme odaklı serüveni. Şiirin, matematik kalıplarının dışında özellikli bir yere taşınması da onun bir başka güzelliği… Kitabın üçüncü ve en uzun öyküsü olan “Altın Böcek”, “insan zihninin oluşturduğu her türlü gizem ve şifrelemenin yine insan zihni tarafından çözülebileceğini ve bunun için uygun adımlar atmanın yeterli olacağını” haber veren bir zekânın tezahürü. Kitabın dördüncü öyküsü olan “Ligeia” ele aldığı konu ve duyguların işlenişi açısından en sevdiğim çalışma oldu. Anlatıcının, tanıdığı kadınlar arasında “dışardan sakin ve durgun görünen ama aslında en coşkulu, haşin ve tutkulu olan” Ligeia’nın tasviri ve bu tasvirin okura bıraktığı tesir. Kitabın beşinci ve son öyküsü olan Bon-Bon; Pierre Bon-Bon ve bu garip filozofun garip ziyaretçisi.

Zekânın, sevginin, tutkunun, heyecanın işlendiği bu öykülerde korkunun hâkimiyeti daima seziliyor. Disiplinli bir okuma modeli geliştirilmezse Çalınan Mektup, bir çırpıda bitirilecek bir sürükleyiciliğe haiz. Bu sebeple her hikâyenin hayatın yorgun dönemlerine yerleştirilmesi gerektiğine inanıyorum

Hüseyin Akın’ın Şule Yayınları’ndan kısa süre önce çıkan “Unutmanın Sildiği Resimler” isimli deneme kitabı ile de hafta başında tanıştık. Açık kahve bir fon üzerine iliştirilmiş bir çift ayakkabıdan oluşan kapak kalabalık bir resmi yansıtmamasına rağmen elinize alınca uzun uzun kendisine kilitliyor nedense sizi. 219 sayfalık eser, iki bölümden meydana geliyor; 33 denemenin oluşturduğu “Kızım Sana Söylüyorum”, 25 denemenin yer aldığı “Gelinim Sen Anla.” Belki de daima şairlik yönünü ön planda tutmamızın etkisiyle Hüseyin Akın, kitabın ilk parçası olan “Şuara Ne Haldedir Şu Ara” da şair geçidi ile buluşturuyor okuru, şiirsel bir üslup kuşanıyor. Yahya Kemal’den, Haşim’den, Necip Fazıl’dan, Abdulhak Hamit’ten sirayet eden zaafları şiir hatırına, ince ve derinlikli bir şekilde sunuyor muhatabına. Yazıya hâkim olan şiirsellik, dertleşmenin, hâtıranın, hikâyeleştirilen yazıların, şikâyetin hâkim olduğu pek çok denemede karşımıza çıkıyor. Denemelerinde yazar, kâh tevazu elbisesine bürünmüş bir kibrin ardından bakakalan bir adamın yürüyüşünü anlatıyor(Şair Kibri Nasıl Bir Şeydir?), kâh “kitap mı okuyucusunu terk eder, okuyucusu mu kitabı?” sorusuyla sarsıyor okurunu.(Kitaplar Konuşmuyor Anne). İletişim çağı içerisindeki iletişim kopukluğunu gözler önüne sererken(Asosyal Bilgiler) “gitmek gelmektir aslında” söylemi üzerinde düşündürüyor uzun uzun, “İlk Namazı Haccı Olan” bir kadının samimiyetini merkeze alarak…”Deyim Yerinde mi?” diye sorarken gözün ve kulağın hallerini bahane ederek söylüyor söylüyor, sonra tutup elimizden “Şiir Yazmanın Kırk Türlü Sebebi”ne götürüyor.

Kitapta, edebiyat piyasasında dönen bir takım oyunları ironik dille sunan çok deneme var: “Salonlara Dolu Yağsa”, “Edebiyatta Necasetten Taharet”, “Kültürel İktidar Tartışmalarından Yansımalar”, “Okursuz Toplum”, “Bir Şey Eksik Ama Ne?”, “Kuyruk Acısı” bunlardan birkaçı… Hüseyin Akın’ın denemelerinde kelimenin etimolojisine giden bir tavırla çok sık karşılaşıyoruz. Akın bu merakını “Hepimiz Bir Kelimeyiz, Cümlesini Kaybetmiş” adlı yazısında “insan kökene inmek ister, istiklal göklerde olduğu kadar köklerdedir de” şeklinde açıklıyor. Kitabın en vurucu detaylarından biri de yazarın 73. sayfaya aldığı “Unutmanın Sildiği Resimler” denemesine “kitabımın birinin adını –unutmanın sildiği resimler- koyacağım diye başlaması… Bu ince ve derinlikli denemelerden yazarın okuma ve yazma serüvenini de öğreniyoruz, yazmasının altında yatan nedenin okumalarından doğan boşluklardan geldiğini de…

Hüseyin Akın’ın Temmuz’da Pamir Şiir Atölyesi’nde derslere başlayacağı bilgisini de ilgilileri için buradan duyurmuş olalım bu vesileyle…

Selam ile

 
ABONE OL
Deniz feneri detay
Deniz feneri detay
Kızılay 160x600
TDV ramazan