Kitap molası IX
Okumanın bütünüyle gönül dünyamıza dokunan bir eylem olduğuna inandığım için daha önce onun biçimi, çeşidi, kalitesi üzerine bir yazı kaleme almayı düşünmedim hiç… Okumak da yürümek, sohbet etmek, müzik dinlemek gibi bir ihtiyaçtı ve fakat tabiatı gereği daha yüksek bir tabakada yer almalıydı oysa üzerinde öylesine durduğumuz spontane haller bile zaman içerisinde bir seviyeye müracaat etmiyor mu? Yürümek, tempolu olduğunda sağlığımız için anlam kazanıyor, faydalı bir hasbihalden sonra insan giden zaman için acı duymuyor, dinlediği iyi bir müzikse kulağın, kalp yeni ilhamlara kapı aralıyor. Bir kitabı uyuyabilmek için eline alan kimse, bir kitap için uykularının kaçtığını fark etmeye başlıyorsa okumak da nitelik kazanmış oluyor. Artık uykuyu çağıran değil kaçıran bir eylem olarak okumak, kaybetmemek, kaçırmamak, unutmamak için kelimelerin altını çizmek yahut notlar almak ve derinleşen bir mecrada rahatı unutmak manasına geliyor. Burada okuma ile alakalı karşımıza keyfi ve zaruri olmak üzere iki anlam alanı çıkıyor. Kendisine acı vereceğini bildiği bir aşkın kapısını çalar gibi insan, omuzlarına yükleyeceği bir okuma rahatsızlığının müptelası hâline geliyor. Sadece çevresindekilerin değil, okuduğu kitapların da bu çeşit bir okumadan yolu geçmiş ve öylece, öylesine yazılmamış olmalarını istiyor. Mustafa İbakorkmaz adı tam da böyle bir okuma modelinin numunesi olarak karşımızda duruyor. Daha önce Yazarlık Üzerine Notlar’ını okumuştum İbakorkmaz’ın. 2020 Ağustos’unda okurla buluşturulan Notlar Kitabı daha anlamlı bir okumanın kapısını araladı bana.
İncir Yayıncılık’tan çıkan eser
136 sayfa. Kahve bir arka fon üzerine kütüphanenin iliştirildiği, yanında boş
bir koltuk ve koltuk üzerine eğilmiş bir okuma lambasının bulunduğu kahverengi
kapak tasarımı içerikle uyumlu görünüyor.
Kitabın ilk yazısı, onun arka kapaktaki temsili noktasındaki “Kitapların
Ürkütücü Dünyası”. Bu deneme şiirsel bir
itirafnâme. Pek çok yazarın, dünyayı seyrettiği pencerenin camını kırdığını;
kupalarının, biblolarının, putlarının kitaplarla yıkıldığını anlatıyor burada
yazar. Eserine konu olan kitapların da
okudukları içerisinde üzerine yazma imkânı bulduğu eserler olduğunu söylüyor. Notlar
Kitabı’na konu olan on sekiz kitaptan pek azını okuma talihine sahip
olabildiğim için, listeyi görünce sevindim. Alphonso Lingins’in “Gezginin
Vicdanı”, Maurice Blanchot’un “İtiraf Edilmeyen Cemaat”i, Wilhelm Schimid’in “Kendiyle Dost
Olmak”ı, Albert Caraco’nun “Kaos’un
Kutsal Kitabı”, Ali Şeriati’nin “Bilinç ve Eşekleştirme”si, Tzevetan Todorov’un “Aydınlanma Zihniyeti”,
Norbert Elias’ın “Zaman Üzerine”si, Martin Heidegger’in “Varlık ve Zaman”ı,
Byung-Chul Han’ın “Yorgunluk Toplumu”, “Şeffaflık Toplumu”, “Psikopolitika”,
“Eros’un Istırabı”, “Şiddetin Topolojisi” adlı kitapları, Rafet Elçi’nin
“Bütünbelirim”i, Osman Çakmakçı’nın “Ezeli İhanet”i, Kadir Danış’ın “Panoptik
Bela”sı ve Umut Türkmenoğlu’nın “Işık Biraz”ı yazarın dünyasında yer kaplayan
ve onun okuruyla buluşturmaya değer bulduğu kitaplar. Ele alınan eserler
edebiyattan felsefeye, siyasetten sosyolojiye, dinden ahlâk gelişimine, kültür
kuramından estetiğe kadar pek çok alana farklı açımlamalar getiriyor. Bence
kitabın en önemli noktası Mustafa İbakorkmaz’ın kitaplarıyla kurduğu ortaklık
üzerinde durması, kitabın dışına çıkarak onun kendisi üzerinde yarattığı etkiyi
bambaşka perspektiflerden okura yansıtması. Özellikle yabancı yazarlardan
yapılan çıkarımların topluma uyarlanması, merkeze aldığı metnin
eleştirilebilirliği üzerinde de durulması ve yazarın yaptığı çıkarımlarla kendi
birikimini sentezleyen bir ruh iklimine sahip olması çok değerli. Küçük hacmine
rağmen üzerinde ısrarlı adımlarla beklenmeye değer cümleler, tanıttığı
eserlerle okura yenidünyaların kapısını aralıyor. Bazı kitap
değerlendirmelerinin altında bulunan “altını çizdiğim satırlar” ın yazarın ele
aldığı tüm kitapları ihtiva etmesini isterdim.
Hafta başında tanıştığım bir
diğer eser Halit Yıldırım’ın Yafes Yayınları’ndan çıkan Zamanda Kaybolan Adam
adlı romanı. 282 sayfalık roman, uzağa açılan iki kapısı, bir direk üzerine
iliştirilen saati ve yaprakları dökülen ağaçların, geyiklerin yer aldığı tabiat
dekoruyla dikkat çeken bir kapak tasarımına sahip. Hem bilgi vermeye ve hem de
yarattığı hadiselerle merak unsurunu güçlü tutmaya odaklı eser, hâkim bakış
açısıyla kaleme alınmış. Tasavvuf öğretisi üzerine bina edilen olaylar İstanbul
Üsküdar’da Hizanlı Osman Yılmaz Efendi adlı bir hocanın dergâhta
gerçekleştirdiği sohbetle başlıyor. Kitabın ilk kısmında tasavvuf üzerine yapılan
sohbet ve röportajlar ciddi bir araştırmanın ürünü olduğunu ortaya koyuyor ve
bir takım sorulara yanıt mahiyeti taşıması açısından önemli bir noktada
duruyor. Romanın başkarakteri Mahmut’un “tayy-i zaman” da bir yolculuğa çıkması
ve yaptığı yolculuktan çıkardığı dersler merkez tema. Burada Aziz Mahmut Hüdai
ve Yunus Emre’nin, dönemleri içerisinde birer örnek sadedinde yansıtılmalarının
başarılı bir terkibin ürünü olduğunu söylemek gerekiyor. Okura duygulu anlar
yaşatan isim ve hadiseler bir farkındalık oluşturmayı da amaçlıyor. Eserin ana
unsuru tayyi zaman ve zamanın içinde kaybolan bir adam olmasına rağmen yazar
zamanın durağanlaştığı yerlerde tayyi mekânı da işlemiş. Kitabın üzerinde
durulması gereken kısmında yani tayyi zaman felsefesinde göz ardı edilen bir
takım unsur ve mantık hataları var. Eserin başkarakteri yolculuğa muhatap taraf
olmasına rağmen babasının da bu bilinç içerisinde yer alması, hatta bir önceki
zamanda tekrarlanan yolculuğu detaylandırması mübalağalı durmuş. Aynı
karakterin farklı dönemlerdeki çoğulluğu da bu zorlama içerisinde
değerlendirilebilir. Yardımcı unsur olarak rüyanın imtihana yetişmesi bu
mübalağayı büyük ölçüde kurtarsa da tayyi zaman bahsi yapılması muhtemel ikinci
baskıda yeniden göz önünde bulundurulmayı hak ediyor.
Selam ile