Dolar (USD)
35.39
Euro (EUR)
36.29
Gram Altın
3060.11
BIST 100
9910.61
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
12 Ocak 2025

​Kitap Molası 51; Bahtiyar Yokuşu

Ahmet Şevki Şakalar Uzam yayınlarından Eylül 2024’te çıkan kitabı Bahtiyar Yokuşu’nu zarif bir imza ile göndermiş, teşekkür ederim. 112 sayfa ve on beş öyküden oluşan eser geniş evlerin çerçevelediği sakin bir sokağın bulunduğu kapak görseliyle iç açıcı. Kitap “Bu dünyaya ait olmayan, alışamayan adama, babama…” ithafıyla da hayli çarpıcı. Bahtiyar Yokuşu’ndan çıkmaya başladığım anda büyülü bir dünya kucakladı beni: çocukluğumuz... Yokluk ve darlıkta da bereketin birbirine yakın aile fertleri arasından taştığı, yalnız ve büyük odalarımızda çoğalttığımız yabancılığın yer yataklarındaki çocukluğumuzu örtmeye çalışan o fıkır fıkır tebessümle yer değiştirmediği zamanlar... Kitabın ilk hikâyesi “Cazı Garısı” şiirsel betimlemelerle süslenmiş ise de bu ilk hikâyede karşılaştığım üslûbun içe dolan sıcacık bir akıcılığı var. “Cadı Garısı” çocukluğumuzun korkulu rüyalarını yeniden hatırlatıyor ama “her misafirden sonra ayrı bir koku biriktiren” ve ismine hatıra denilen misafir odasıyla, “hayatımızın birçok neşeli ve kırık makamına eşlik etmiş eski bir saz”a benzetilen oturma odasıyla, “biraz utanmak, biraz adanmak, biraz susmak, biraz da yarasını saklamak” olarak duyumsanan anneyle ve “kız çocuklarının çalınmamış rüyaları, anamın sakladığı ağlayışı, babamın yorgunluğu” üzerinden okunan hayat tasviri ile yoğrulurken içi sarıp sarmalıyor.

Kitabın ikinci metni “Altı Vesikalık Fotoğraf Lütfen” de de “on bir yıl kimliksiz yaşayan” topraklı bir çocuğun bakış açısından köyden ilçeye inen uzanan bir yolda yürüyor, Foto Hayat’taki fotoğraf serüvenine şahit tutuluyorsunuz. Anadolu’nun kalbe dokunan samimiyeti umut, heyecan, öfke gibi soylu duygularla çıkartılıyor ortaya… Ahmet Şevki Şakalar toprağa sımsıkı tutunmanın bilincinde olan bir kalem. Yer yer duygulu, yer yer mizahî bir öykü olan “Gelecek Toprakta” anlatıcının üniversite tercihinden sosyal bilimleri içselleştirme serüvenine, öğrencilik yıllarının unutulmaz dostluklarından ilk aşkına ve nihâyetinde zorunlu meslek seçimine varan ve toprak teması etrafında şekillenen bir dönem okuması.

Şüphesiz kitaptaki öyküler hep aynı güzergâhın yolcuları değiller. “Üç Öykü” başlığı altında sunulan üç alt başlık hem tarz olarak hem de kitaptaki şiirsel dili keskinleştirmesiyle oldukça dikkatimi çekti. İlk öykü diğerinin masalına yerleşemese de birbirine temas eden iki çift bakış: “Genç adam, diğer otobüsün camında. Aynı hizada olmadığı için başını arkaya kaydırmış göz ucuyla izliyor çöldeki Leyla’yı. Leyla, ceylan olmaya; Mecnun yolda yanmaya razı. Çöl susuzluğa razı mı? Cam, mesafeyi uzattıkça uzatıyor. Dağlar birikiyor arada. Çin Seddi, Berlin Duvarı, Bizans’ın surları sanki (s. 58)”. Üçlü öyküler kısa olmakla birlikte küçürek öykü kapsamında değil. Her birinin akıcı bir olay örgüsü var. Üstelik öyle lirik bir akış içerisindeler ki deneme olarak okunmaya da müsait bir zeminde duruyorlar. Esasında kitabın pek çok öyküsü hem öykü hem deneme, yer yer de mensur şiir olarak yorumlanabilir. Üç arkadaş ve komşu Zeliha’nın işlendiği “Keban’da Züleyha Sancısı” da üslûp ve içerik olarak şiirin yakın durduğu öykülerden (s.47): “Bir bıçağın pişmanlığı neye yarar kurban öldükten sonra? Yola saçılan narlar nasıl toplanır kanatmadan? Kanlı bir gömlek yıkanırsa silinir mi celladın yüzü? Yusuf’un gömleği hangi taraftan yırtılır?”

Anadolu kokulu kitabın yelpazesi geniş… Bir meyvenin, kivinin hikâyesi bile var burada, yalnızlıkla iç içe geçmiş; “yalnızlık, evin bütün odalarına yayıldığında yerleşik bir düzen hüviyetine bürünüyor”. Çoğunlukla güne uzak yollardan gelen ve hikmet geleneğinden beslenen metinleri okurken dönüp yeniden okuma lüzumu duyuyor insan. Sanki her kelime belleğimize yazılmalıymış gibi, sanki az ötede unutursak ziyan edecekmişiz, ziyan olacakmışız gibi.

Kitabın her metninde yazarın parmak izine rastlamakla birlikte yer yer otobiyografik diyebileceğimiz metinlerle de karşılaşırız. Anlatıcı “Cuvaracı Burpa Kızlarının Anlatmadığıdır” da market önü gözlemlerini kaleme alan bir hikâyeci iken, “Rehberde Adınıza Kayıtlı Bir Babaya Rastlanmamıştır” da seyahat izlenimlerini ortaya koyan ve yolda topladıklarını babasına anlatmaya hazırlanan bir hikâyecidir. Gidilen yerin bir fuar ve ardından okul ortamı olması, sonra anlatıcının hikâyeci kimliğiyle konuşması bu tezi güçlendirir. Otobüs yolculuğundan hikâyeler deren anlatıcı, kaptanı, Fatih’in babası Mehmet Ali amcayı, kitap fuarına gelecek o biricik okuru anlatıp kitabını ithaf ettiği babasını da bu akış içine konumlarken “hayat ne garip” düşüncesine sevk eder okurunu, acaba kahramanlar Bahtiyar Yokuşu’na taşındıklarını biliyorlar mı, öğrenirler mi bir gün…

Şakalar’ın yaşam öyküsüne açılan kapı bunlarla da sınırlı kalmaz. “Şeyh Adil’de Dört Mezar” ve onun devamı olarak okunabilecek “Üç” gibi hikâyelerde yazarın memleketi olan Maraş’tan, kitabın atfedildiği babadan uzun uzun bahsedilir, anlatıcının ismi öykülerin merkezine alınır. Son öykü “Babamın Sılası İçimin Gurbeti” bu merhamet lisanının yaşlılığa bakışını anlattığıdır. Böylece mensur şiir ve deneme olarak da okunabilecek hikâye yolculuğu günlük ve hatıra kapsamına da alınmış olur.

Ahmet Şevki Şakalar’ın Bahtiyar Yokuşu’nu adımlamak değerli bir tecrübeydi. Kendisine el emeği göz nuru için teşekkür eder, hikâyelerinin nice gönülde kök salmasını dilerim.

Selam ile.