Kitap Molası 51; Bahtiyar Yokuşu
Ahmet
Şevki Şakalar Uzam yayınlarından Eylül 2024’te çıkan kitabı Bahtiyar
Yokuşu’nu zarif bir imza ile göndermiş, teşekkür ederim. 112 sayfa ve
on beş öyküden oluşan eser geniş evlerin çerçevelediği sakin bir sokağın
bulunduğu kapak görseliyle iç açıcı. Kitap “Bu
dünyaya ait olmayan, alışamayan adama, babama…” ithafıyla da hayli çarpıcı.
Bahtiyar
Yokuşu’ndan çıkmaya başladığım anda büyülü bir dünya kucakladı beni:
çocukluğumuz... Yokluk ve darlıkta da bereketin birbirine yakın aile fertleri
arasından taştığı, yalnız ve büyük odalarımızda çoğalttığımız yabancılığın yer
yataklarındaki çocukluğumuzu örtmeye çalışan o fıkır fıkır tebessümle yer değiştirmediği
zamanlar... Kitabın ilk hikâyesi “Cazı
Garısı” şiirsel betimlemelerle süslenmiş ise de bu ilk hikâyede karşılaştığım
üslûbun içe dolan sıcacık bir akıcılığı var. “Cadı Garısı” çocukluğumuzun
korkulu rüyalarını yeniden hatırlatıyor ama “her misafirden sonra ayrı bir koku biriktiren” ve ismine hatıra
denilen misafir odasıyla, “hayatımızın
birçok neşeli ve kırık makamına eşlik etmiş eski bir saz”a benzetilen
oturma odasıyla, “biraz utanmak, biraz
adanmak, biraz susmak, biraz da yarasını saklamak” olarak duyumsanan
anneyle ve “kız çocuklarının çalınmamış
rüyaları, anamın sakladığı ağlayışı, babamın yorgunluğu” üzerinden okunan
hayat tasviri ile yoğrulurken içi sarıp sarmalıyor.
Kitabın
ikinci metni “Altı Vesikalık Fotoğraf Lütfen” de de “on bir yıl kimliksiz
yaşayan” topraklı bir çocuğun bakış açısından köyden ilçeye inen uzanan bir
yolda yürüyor, Foto Hayat’taki fotoğraf serüvenine şahit tutuluyorsunuz. Anadolu’nun
kalbe dokunan samimiyeti umut, heyecan, öfke gibi soylu duygularla çıkartılıyor
ortaya… Ahmet Şevki Şakalar toprağa sımsıkı tutunmanın bilincinde olan bir
kalem. Yer yer duygulu, yer yer mizahî bir öykü olan “Gelecek Toprakta” anlatıcının
üniversite tercihinden sosyal bilimleri içselleştirme serüvenine, öğrencilik
yıllarının unutulmaz dostluklarından ilk aşkına ve nihâyetinde zorunlu meslek
seçimine varan ve toprak teması etrafında şekillenen bir dönem okuması.
Şüphesiz
kitaptaki öyküler hep aynı güzergâhın yolcuları değiller. “Üç Öykü” başlığı
altında sunulan üç alt başlık hem tarz olarak hem de kitaptaki şiirsel dili
keskinleştirmesiyle oldukça dikkatimi çekti. İlk öykü diğerinin masalına
yerleşemese de birbirine temas eden iki çift bakış: “Genç adam, diğer otobüsün camında. Aynı hizada olmadığı için başını
arkaya kaydırmış göz ucuyla izliyor çöldeki Leyla’yı. Leyla, ceylan olmaya;
Mecnun yolda yanmaya razı. Çöl susuzluğa razı mı? Cam, mesafeyi uzattıkça
uzatıyor. Dağlar birikiyor arada. Çin Seddi, Berlin Duvarı, Bizans’ın surları
sanki (s. 58)”. Üçlü öyküler kısa olmakla birlikte küçürek öykü kapsamında
değil. Her birinin akıcı bir olay örgüsü var. Üstelik öyle lirik bir akış
içerisindeler ki deneme olarak okunmaya da müsait bir zeminde duruyorlar.
Esasında kitabın pek çok öyküsü hem öykü hem deneme, yer yer de mensur şiir
olarak yorumlanabilir. Üç arkadaş ve komşu Zeliha’nın işlendiği “Keban’da
Züleyha Sancısı” da üslûp ve içerik olarak şiirin yakın durduğu öykülerden
(s.47): “Bir bıçağın pişmanlığı neye
yarar kurban öldükten sonra? Yola saçılan narlar nasıl toplanır kanatmadan?
Kanlı bir gömlek yıkanırsa silinir mi celladın yüzü? Yusuf’un gömleği hangi
taraftan yırtılır?”
Anadolu
kokulu kitabın yelpazesi geniş… Bir meyvenin, kivinin hikâyesi bile var burada,
yalnızlıkla iç içe geçmiş; “yalnızlık,
evin bütün odalarına yayıldığında yerleşik bir düzen hüviyetine bürünüyor”.
Çoğunlukla güne uzak yollardan gelen ve hikmet geleneğinden beslenen metinleri
okurken dönüp yeniden okuma lüzumu duyuyor insan. Sanki her kelime belleğimize
yazılmalıymış gibi, sanki az ötede unutursak ziyan edecekmişiz, ziyan
olacakmışız gibi.
Kitabın
her metninde yazarın parmak izine rastlamakla birlikte yer yer otobiyografik
diyebileceğimiz metinlerle de karşılaşırız. Anlatıcı “Cuvaracı Burpa Kızlarının
Anlatmadığıdır” da market önü gözlemlerini kaleme alan bir hikâyeci iken, “Rehberde
Adınıza Kayıtlı Bir Babaya Rastlanmamıştır” da seyahat izlenimlerini ortaya
koyan ve yolda topladıklarını babasına anlatmaya hazırlanan bir hikâyecidir. Gidilen
yerin bir fuar ve ardından okul ortamı olması, sonra anlatıcının hikâyeci
kimliğiyle konuşması bu tezi güçlendirir. Otobüs yolculuğundan hikâyeler deren
anlatıcı, kaptanı, Fatih’in babası Mehmet Ali amcayı, kitap fuarına gelecek o
biricik okuru anlatıp kitabını ithaf ettiği babasını da bu akış içine
konumlarken “hayat ne garip” düşüncesine sevk eder okurunu, acaba kahramanlar Bahtiyar
Yokuşu’na taşındıklarını biliyorlar mı, öğrenirler mi bir gün…
Şakalar’ın
yaşam öyküsüne açılan kapı bunlarla da sınırlı kalmaz. “Şeyh Adil’de Dört
Mezar” ve onun devamı olarak okunabilecek “Üç” gibi hikâyelerde yazarın
memleketi olan Maraş’tan, kitabın atfedildiği babadan uzun uzun bahsedilir,
anlatıcının ismi öykülerin merkezine alınır. Son öykü “Babamın Sılası İçimin
Gurbeti” bu merhamet lisanının yaşlılığa bakışını anlattığıdır. Böylece mensur
şiir ve deneme olarak da okunabilecek hikâye yolculuğu günlük ve hatıra
kapsamına da alınmış olur.
Ahmet
Şevki Şakalar’ın Bahtiyar Yokuşu’nu adımlamak değerli bir tecrübeydi. Kendisine
el emeği göz nuru için teşekkür eder, hikâyelerinin nice gönülde kök salmasını
dilerim.
Selam
ile.