Kitap kuzusu olmak
Konuya gençken İzmir’de elimize tutuşturulan, hiç okumasak ta olur cinsinden kitapları; Beyaz Dizi kitaplarını hatırlayarak girmek istedim. Aşkı indirgemeyi o kitaplardan öğrendi bu memleketin çocukları. Çok yücelttiği için buna ihtiyacı da var mıydı bilmiyorum. Ancak konumuz bu değil. Konumuz; kitap okuyor görünmemiz fakat okumuyor oluşumuz. En kötü kitaplar bile bir etki bırakıyorsa, biz sahiden pek çok iyi kitabı okuyor göründüğümüz halde neden iyi bir etkiyle silkinip ayağa kalkmıyor, kalkınmıyoruz? Neden hep üşengeçlik içmiş te düzeysizliğimize yığılıp kalmış halde pinekliyoruz? Konumuz bu.
İyi tamam yazıyı okumayın. Benim de yazarken üzülmediğimi mi sanıyorsunuz…
Pek çok insan kitabı çok sevdiğini iddia ediyor. Özellikle entelektüel görünmeye karşı zaafı olanlar -kitabı, kitap okumayı, çok kitap okumayı- sevdiklerini gösterge alanında periyodik olarak sunmak için yarışıyorlar. Okudukları kitap listeleri görselleriyle beraber dönüp dolaşıyor özellikle dijital ağın hareketli sokaklarının afişlerinde. Canlı yayınların hangisinde arka fon mümkün olabildiğince geniş-uzun-derin plan kütüphane değildi. Gün geçmiyor ki üst üste kitapların yanı sıra açık bir kitabın altı çizili satırının hemen yanında bir sıcak kahve buğusu tütmesin.
Bunca insan bu kadar kitap okuyorsa ne iyi!
Ders kitapları dışındaki her kitap görücüye çıkıyor. Özellikle felsefe kitapları. Romanlar ve edebi kitaplar da öyle. Özellikle entelektüel olmayı amaç edinmiş olduğu her halinden hissedilen ortalama bir kent insanını en çok felsefe kitapları ile görüyoruz. Kent insanı o kutsall yalnızlığını felsefecilerle o akşam senin, bu gece benim bir olarak gideriyor. Görünen o ki meğer yalnız kalmasında başka bir sebep varmış. Kaliteli bir entelektüel olmanın yolu illa yalnızlıktan geçiyormuş. Ne derin düşünceler, ne derin düşünenler yalnız olmadıkça kimsenin yanına yöresine uğramıyormuş.
İyi de yalnız yaşayacaksan sana çok ta bi’şey lazım değil. O kadar okumasan da olur. Ha yalnızlık platformu üzerinden daima kalabalıklara yön vermeyi gelenek edineceksen başka... Budur çoğunlukla yapılan. Tamam. Şimdi oldu…
Kitaplara eğilip bakılınca manzara değişiyor. Kitaplarda söylenen pek çok şey ise bir insanın diğer insana karşı olması gereken tutumuyla alakalı. Sosyal ahlakla alakalı. Hepsi değişime işaret ediyor. Hepsi davranış değişikliğine vurgu yapıyor. Yani insan lazım. Poposunu yerden, sandalyeden kaldıran insan. Yan gelip okuduklarının üstüne yatmayan insan. Yine yan gelip kürsülerde, ortamlarda söylediği sözlerin, nutukların üstüne yatmayan insan. Lazım…
Doğrusu bu ya bir toplumun kitap okuma alışkanlığı olmadığını “kitap okuyorum!” gösterişini en fazla yapan bir toplum olmasından anlayabiliriz. Öğrenmek bir davranış değişikliği ise ve en çok okumak bunu bize sağlıyorsa; “Neden hiç değişmeyen bir toplumuz?” sorusu sorulmayı hak eder. Hatta tam aksi “Neden daha kötüye doğru hızla değişiyoruz?” sorusu daha haklılık kazanır. İyiye ve daha iyiye gün gün bir aşama kaydedilmiyorsa çoğu okuma bir gösterişten ibarettir. Veya okuma tam anlamıyla gerçekleşmiyordur.
Okumanın amacı insanın bizzat kendi derinliğine yeni bir çehre kazandırmak değilse, öğrenilenin, yaşanan değişimin gün ışığına, sosyal ortama, memlekete ufak-orta veya büyük bir ışık, bir kutlu ter dökümü, bir emek sunmak, toplumu ve hayatı iyileştirme emeğini, sofrasını kurmak değilse yandı gülüm kitaplar, gözler, göz nurları…
İstisnalar hariçse de;
Şahsen dünyaya, büyük dinlerin mensubu olan, yani Kitap’lı toplumlar diyebileceğimiz toplumlara; -bir kitabı olmak bakımından, okuyor ve kitabına bakarak yaşıyor ön düşüncesiyle- baktığımızda “Ne kadar da kitapsızmışlar!” demeden edemiyoruz. Özelde Müslüman toplumlara, (dışarıdan kendimize) bakarsak harıl harıl ve gürül gürül okuyor göründükleri halde “Neden Kitap’larında bahsedilen ileri bir aydınlıkta değiller?... “ sorusu gelir akla.
Kitaplı ideolojilere baktığımızda da aynı. Kitaplarında var olduklarını iddia ettikleri derinliği dünyaya hakkıyla çıkardıklarını ve insanlığa yaşatabildiklerini göremedik. Slogan ve düşmanlık peşindeler. Aykırı olmayı, muhalif olmayı artistik düzeyde icra ediyorlar. Bir sorunu ortaya koymak daima sorun çıkararak olur yargısına meftun bir işe yaramazlıkta ve kamusal sükuneti talandalar. Çalışmayı başkalarını çalıştırmama, işi gücü, sorumluluğu akamete uğratma olarak algılayanları da var.
Kitapsız ideolojiler için bir fikir belirtmeye üşendik.
Demek ki insanda “Ben okuyorum!” görünme saplantısı var. Bu şekilde görünerek kendini iyi hissetme. Halbuki görünmese okusa, düşünse, anlasa, derinleşse ve o derinlikle çıksa sokağa, meydana işte belki o zaman bir şeyler değişecek.
Aslında okumadığımızı bir kitaplara, bir hayata, bir sayfalara bir sokaklara- caddelere baktığımızda çok açık bir şekilde görebiliriz.
Hadi bu konuda da her konuyu mızmızlıkla ele alan ve yetmişe ermiş olsa da ebeveynine yüklenen yedi yaşındaki çocuk gibi “Nerde bu devlet?” Diyelim...
Artık soru daha ziyade şudur: “Nerde bu millet? Nerde bu halk? Nerde bu insan? Nerde bu şahsiyet?”