Kısırdöngüden çıkmak
Bütün diğer dinlerin müntesipleri gibi İslam’ın müntesibi olan müslümanlar da kendi dinlerinin yegane hakikati temsil ettiğini iddia ederler. Özellikle İslam’ın son vahyi din olması bu iddiayı kuvvetlendiren ögelerden birisi olarak zikredilir.
Tarihsel
süreç içerisinde İslam dini farklı devlet ve toplumların uhdesinden yaşamış,
farklı tecrübe ve anlaşılma biçimleriyle bugüne kadar gelmiştir. Belki burada
altının çizilmesi gereken nokta, Osmanlı’nın son dönemlerine gelinceye kadar
müslümanların bir şekilde hakimiyetlerini sürdürmeleridir. Öyle ki, Osmanlı’nın
güçlü dönemlerinde dünya ölçeğinde ciddi etkinlik kurmuş bir devlet ve onun
hakim dini İslam’dan bahsediyoruz.
Fakat
Avrupa’da ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal vb. çok boyutlu yeni paradigmal
bir gelişmenin adı olan modernlik bütün dünyayı etkilemeye başladı. Osmanlı’nın
son döneminde müslümanların giderek hakimiyetlerinin azalmasıyla koşut olarak
zaferlerini kaybetmeye başlamaları onların duygusal dünyalarında bugüne kadar
gelen süreçte ciddi bir yara açmıştır. Neticede daha önce “küffar” olarak görüp
statü anlamında hiyerarşinin altına yerleştirdiği bir başka kültür, birden
galibiyet elde ederek dünyaya hükmetmeye başlamıştır. Bugün hala müslümanların
bir kısmıyla Batı karşısında yenilgiyi kabul edememelerinin sebebini bu
psikoloji ile açıklayabiliriz.
Modernite
çok boyutlu ataklarla İslam dünyasını da ciddi bir hakimiyet altına almıştır.
Başta askeri kuvvetleri olmak üzere teknoloji gücü Batı modernitesinin bu
hegemonyasını pekiştiren unsurlar oldu. İlk önce açık işgallerle sürdürülen
sömürgeleştirme, bugün de post kolonyal dönemin niteliklerine uygun biçimde
tüketim, borçlanma vb. üzerinden devam etmektedir. Fakat bu arada Batı
modernitesinin mevcut üstünlüğünü devam ettirebilmesinin alt yapısında ciddi
bir bilimsel birikim, teknoloji ve zihniyet vardır.
Bu
noktada İslam dünyasının geliştirdiği birkaç tavrı gözlemlemekteyiz. Öncelikle
İslam dünyası Batı modernitesinin bu hegemonik tavrı karşısında, arabesk
tavırlar göstermektedir. Bir başka deyişle, sürekli “Batı bizi ezmektedir”
söylemini hiçbir şey yap(a)mamanın sebebi haline getirmekte ve açıkçası
pasifleşmektedir. Aradan geçen bunca zamana rağmen post/modernite hala güçlü
tavırlarıyla dünyayı kontrol etmeye devam etmektedir. Hatta Türkiye’de 40-50
yıl önce va rolan dirençlerin bile giderek dayanıksızlaştığını görebilmekteyiz.
İçinde
bulunduğumuz durumu dışarıdan gelen güç, baskı ve hegemonyaya bağlayıp, bunu
pasifleşmenin bir manivelası haline getirince sorunlar da derinleşiyor. Elbette
dışarıda güçlü bir dünya var. Fakat burada benim sorun ettiği şey; tüm bunlar
karşısında İslam dünyası gerçekten yapabileceklerini yapıyor mu şeklinde ifade
edilebilir. Üç yüzyıldan fazla devam eden post/modern süreç karşısında sürekli
anlıksal tavırlar alarak bugüne gelinmesi, bir kere sorun halletme biçimimizi
tekrar masaya yatırmamız gerekliliğini vurgulamaktadır en fazla.
İlginç
bir biçimde oturduğu ev, kullandığı eşyalarla diğerine modernlik taslayan
gelişmemiş ülkenin vatandaşları, kendi gerçekliklerini nasıl izah ediyorlar
acaba? Birincisi, modernliğin sadece ithal edilerek sembolik araçlar üzerinden
taşınması, bu insanları total olarak daha iyi kılmıyor.
Fakat
sonuçta elimizde başta üniversite olmak üzere eğitim, tarım vb. en hayati
alanlarda nasıl bir bakiye kalmaktadır? Batı modernitesini sürekli eleştirmek
nihayetinde bir iş halletmiyor. Bunun ötesinde hedefi olan bir eğitim,
üniversite kadar üretim zihniyetinin toplumda uyandırılması en azından diğer
alanlara temel olabilecek önceliklerdir. Esasen bu kısırdöngüden kurtulmanın
belki başlangıç noktasını teşkil edebilir; ama ciddiyetle yapılması şartıyla.