Kişiler, olaylar ve düşünceler
Kişiler ve olayları konuşmak, düşünceye giden yolları kapatıyor. Oysa
kişiler ve olayların ömrü düşüncelerden daha kısa. Üstelik kişiler de olaylar
da düşüncelere göre daha hızlı değişkenlik gösterdikleri için onlara dair
kanaatler yanılmaya çok daha açıktır. Ötesi, eleştirilen kişiler eleştiren
kişilerin, eleştirenler de eleştirdiklerinin düşüncelerine sahip olabilir,
eleştirilen olaylar onları eleştirenlerden çok daha başka noktalara taşınabilir
ve her durumda bu ikisi hakkındaki kanaatler her an buharlaşabilir.
Düşüncelerse insanlar ve olayları aşan bir güce sahiptir. Onların değişmesi
mümkün değildir çünkü insan fıtratının değişmez ilkeleriyle donanmışlardır.
Hatta bazıları vardır ki ilahi kelamdan beslendikleri için insan fıtratını aşan
varoluşa özgü çok daha sıkı öğretileri barındırırlar.
Peki hal böyleyken neden kişileri ve olayları konuşmayı düşünceleri
müzakereye yeğ tutuyoruz? Kişiler ile olayları konuşmak, onlar hakkında kestirme
yargılarda bulunmak kolay da ondan. Düşünceler hakkındaki yargıyı oluşturmak
için düşüncenin muhtevasını, unsurlarını ve işlevini bihakkın bilmeye ihtiyaç
var. Ve düşünceler genellikle soyut bir zeminde ilerlediği, çoğu zaman
kavramları bile aşan imgelerle mülemma olduğu için onların izini sürmek
gerçekten zordur. Aslında hakkı verilse insanları anlamak, onların iç
dünyalarına nüfuz etmek ve eğer ölmüşlerse onlar hakkında sıkı ve insaflıca
yargıda bulunmak da kolay iş değildir, bağlamları gözetilerek tefekküre davet
edilen ve müzakereye dönüştürülen olaylara kıymet hükmü vermek de... Bununla
birlikte, bizde, özellikle son dönemde her konu ayaküstü savuşturulduğu, tıpkı fast foot tüketiminde olduğu gibi birkaç
saatin içine onlarca insan ve konu yerleştirildiği için değer atfı da
nesnesinin uzantısı olarak yüzeysel bakışlara göre oluşturuluyor. İnsanlar ve
olaylar konuşuluyor da onlar hakkındaki kanaatler sabitleniyor ve ondan sonra
ilanihaye o yargıya göre mi hareket ediliyor? Hayır, bu da değil. İnsanlar
hakkında edinilen yeni izlenimler, elde edilen yeni bilgiler onlar hakkındaki
bakışı revize ediyor, olaylar hakkındaki yeni okumalar da olaylara dair zaten
sallantıda duran kanaatleri sarsıp değiştiriyor. Düşüncelerin ve onlara bağlı
olarak ortaya çıkıp yayılan ideolojilerin olaylara nispeten çok daha zor
değişmesinin altında da bu var: İnsanlara dair kanaatler onların bize yönelik
yeni yaklaşımlarıyla kolayca değişebilir, olaylara dair kanaatler birkaç yeni
bilgi kırıntısıyla yerinden edilebilir ama düşüncelerimizin, sahip olduğumuz
dünya görüşlerinin değişmesi için çok daha uzun bir zamana, çok daha geniş bir
uğraşa ihtiyacı vardır. Arkadaş çevremizi de olgulara dair izlenimlerimizi de
birkaç günde, birkaç ayda, hadi birkaç yılda değiştirebiliriz ve bunu kimse
yadırgamaz. Ama her güne yeni bir dünya görüşü değiştirmek tuhaflığın ötesinde
bir kişiliksizlik emaresi olarak algılanır. Çünkü hala derinlerde bir yerlerde
her dünya görüşünün beslendiği kaynağın düşünce olduğu; düşüncenin hem insan
hem de olaylardan çok daha güçlü bir bünyeye sahip bulunduğu hakikati
yatmaktadır.
Düşünceler olayları, olaylar insanları yönlendirir. Hayatın normal
akışında senaryoyu yazan düşüncelerdir. Düşüncenin sahipleri bile düşüncenin
aracından başka bir şey değildir. Her düşünce kendini, etrafını sarıp
sarmaladığı, içeriden ve dışarıdan kuşattığı insanların eylemlerine dayatır.
Hangi inançtan, ideolojiden ve anlayıştan olursa olsun, dünyanın gidişatına,
güncel yaşamın planlanmasına dair makro projeler üretip onu atmosfere salan,
atmosferden dünyaya yayılmasını ve olguya dönüşmesini bekleyen her insan bir
düşünce tarafından yönlendirilmektedir. Hikayeye böyle bakınca da mücadelenin
ne insanlar arasında ne de olaylar arasında değil düşünceler arasında
gerçekleştiğini, insanlar ile olayların da arenaya salınmış düşünce araçları
olduğu rahatlıkla görülebilir. Düşünce çünkü içinde inancı da ahlakı da etiği
de estetiği de zevki de modayı da barındıran patlayıcı bir öze sahiptir. Her
düşünce kendi tohumundan o tohuma uygun filizler verdiği, dalların uçlarında
salınan meyveler de o tohumların eseri olduğu için meyveye kızılmaz. Güncel
yaşam eleştirisi veya onu kurgulayan insanlara yönelik hakaretler aklıselim
sahibi insanların işi değildir. Kötü kötülük yapar, çirkin çirkinliği özendirir,
haksız haksızlıktan keyif alır, zalime zulüm yakışır. Alabildiğine çığırından
çıkmış, olabildiğince yolundan sapmış bir düşüncenin; putperest, maddeci,
oportünist, insan, doğa ve yaşam karşıtı bir düşüncenin tohumlarından harika
meyveler mi bekliyoruz? Ne saflık… Onların gerisindeki zihniyetleri, dünya
görüşlerini görmeyip onları bize getiren insanlara mı kızıyoruz? Ne budalalık…
Zihniyetlerin uzak fısıltısına kulak vermek yerine kendimizi olayların
gürültüsüne mi kaptırıyoruz? Ne acınası bir durum.
Eskinin bilim, kültür, sanat mahfillerini karşılama, -veya perdeleme,
görünmezleştirme ve yok etme- amacıyla sanal dünyada kurulmuş bazı
organizasyonlar var. Kapalı devre işleyen watsupp’lar bunlardan biri ve benim
de benzeri bir ihtiyaçtan ait olduğum birkaç grup bulunuyor. Hemen her gün
sabah sekizden gece on ikilere kadar insanlar oralara, o sanal yüzeylere, bir
gün sonra tamamen yok olacağını bile bile ya insanlar veya olaylara dair anlık
kanaatlerini yazıyorlar. Tam bir abur cubur, tam bir çorba, tam bir fast food
halitası… Ne bir ontolojik kurgu var, ne bir metodoloji ne de sağlamca kurulmuş
bir epistemik zemin… Çoğu aklı başında ve iyi niyetinden asla kuşku duyulmayan
bu insanlar dünyanın gidişatından oldukça muzdarip, kendilerince bir şeyler
yapmak istiyorlar. İnsan oluşlarının hakkını vermek için didinip duruyor, çare
arıyorlar ama döne dolaşa yaptıkları en dişe dokunur hareket, insanlar ve
olaylar hakkında görüş bildirmek. Düşüncenin bırakın ruhunu, bedeni bile yok
ortada. Düşüncenin olmadığı bir yerde insanı ve olayları konuşmanın nasıl bir
sefalete yol açtığını zaten onlarca yıldır gördükleri, bütün o mahfillerde
konuşulanları toplasanız tek bir kitabı bile doldurmayacak hakikatler
barındırdığını nedense fark etmiyorlar. O güne kadar getirdikleri birikimleri,
doğru yere aktarılsa harika işlerin üstesinden gelecek enerjileri topraklanıp
gidiyor.
Kim bilir, belki de dijital dünyayı inşa eden düşüncenin istediği tam da
budur: Düşünceyle karşılaşmaktan korktuğu için öncü kuvvet olarak insanları ve
olayları cam ekranların gerisine sürmek ve camın gerisinden şeytani bir
ironiyle bütün bu olup bitenleri seyretmek...