Kişi ve Kişi Kültü
Toplumlarda “kişi” üzerine odaklanma ve hatta bir kişi kültü yaratma konusunda ciddi bir yükseliş gözlemlenmektedir. Belki bunun bir sebebi, dünya ölçeğinde insan, toplum ve hayata dair derinleşen buhranın varlığıdır. Dolayısıyla sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde sorunlara hayatiyet kazandıran nitelikler konuşulmamaktadır.
Benim
ise bu süreçte zihnimdeki en önemli problem; kişiler değişince hayatımızda ne
değişecek?” sorusu etrafında özetlenebilir. Zira şikayet edilen unsurlar varsa,
buna neler hayatiyet kazandırmaktadır? Bir sosyolojik gerçeklik olarak
belirtmeliyiz ki, bir şey devam ediyorsa, toplumsal kültür, zihniyet, iş yapma
biçimi ona kalım hakkı veriyordur. Dolayısıyla şikayet edilenlerin
değiştirilmesi, kişilerin değiştirilmesi ile halledilecek bir problem değildir.
Bir sistemin, mekanizmanın işliyor oluşu ile ancak bunlar önlenebilir.
Doğrusu
Batı dünyası ile ilgili çok farklı yargılar geliştirilebilir. Batı’nın
sömürgeci olması, tutarsızlığı vb. çok şey zikredilebilir. Ancak İngiltere,
Almanya, Fransa gibi ülkeler özelinde söylemeliyiz ki, siyasi, toplumsal,
ekonomik sistemleri kişi bağımlı olmaksızın işlemektedir. Felsefesi,
paradigması, temel zemini kurulduğu için göreve gelen kişiler, o mekanizmanın
içinde görev ve sorumlulukları çerçevesinde hareket ederler. Dikkat edilirse
daha çok Batı dışı birçok toplumda sıklıkla köklü reformlara teşebbüs edilir.
Çünkü sistem henüz oturmamıştır.
Doğrusu
toplumun değişimlere kişi odaklı olarak bakıyor olması, bir boyutuyla tarihi
kodlarla ilintilidir. Tarihin derinliklerinden gelen bu kodlar, bir müddet
sonra kemikleşmiş bir kültür olarak işlemeye devam etmektedir. Batı dünyası
buna yönelik değişimleri modern zamanlarda oldukça sancılı bir şekilde
gerçekleştirmiştir.
Kur’an-ı
Kerim’de değişime dair sosyolojik kaide diyebileceğimiz bir ifade vardır. “Bir
toplumda yaşayan fertler tek tek kendilerini değiştirmedikçe, Allah da o
toplumun durumunu değiştirmez.” (13/Ra’d, 11) Yani değişim fertlerden başlar ve
gerçekleşebilmesi için toplumda kuvvet yaratacak bir seviyeye gelmelidir. Çokça
söylendiği gibi “aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar almaya çalışmak” çok
akıllıca bir hareket olmasa gerektir.
Peki
niçin kişi değilde sistem? Bir kere bunun felsefi, antropolojik öncül ve
sebeplerini ortaya koymalıyız. Doğrusu burada zikredilmesi gereken birinci
nokta insanın konumudur. İnsan tabiatı gereği eksik bir varlıktır. Zira muhatap
olduğu evren, insan ve eşyaya dair bilgilerinin tam anlamıyla onların
gerçekliğine tekabül ettiğini kimse iddia edemez. Dolayısıyla kişiler
yanılabilir. İkincisi, insan fani bir varlıktır. Yani dünyadaki varlığı gelip
geçicidir. Diğer yandan insana arız olan birtakım haller vardır ki, sevinç,
üzüntü, kızgınlık vb. Bu haller onu doğru şeyler yapmaktan alıkoyar. Sistem ise
kişiler, akıllar ve ilkeler demektir. Dolayısıyla bir çerçeve olarak işlev
göreceğinden dolayı, insanları hata ve yanlış yapma konusunda ön uyarılara
sahiptir.
Yukarıda
Kur’an-ı Kerim’deki bir âyeti belirtmiştim. Oradan çıkarılacak ikinci bir
sosyolojik kaide de, değişimin fertten başlaması sebebiyle aşağıdan yukarıya
bir karakter taşımasıdır. Dolayısıyla insanların değişimi sürekli dışarıdan
beklemeleri bir sonuç vermez.
Son
birkaç yüzyıllık modernleşme sürecinde yeni bir insan portresi inşa edildi.
Doğrusu her bir paradigmanın yaptığı şey, önce yeni bir insan modeli ortaya
koymasıdır. Dolayısıyla insana yeniden dönmenin ve bu bağlamda eğitimin niçin
öncelik taşıdığının anlamı daha iyi anlaşılabilir. “İnsan” maalesef bu süreçte
en önemli kaybımız oldu.