Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
03 Şubat 2024

Kişi ve Kişi Kültü

Toplumlarda “kişi” üzerine odaklanma ve hatta bir kişi kültü yaratma konusunda ciddi bir yükseliş gözlemlenmektedir. Belki bunun bir sebebi, dünya ölçeğinde insan, toplum ve hayata dair derinleşen buhranın varlığıdır. Dolayısıyla sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde sorunlara hayatiyet kazandıran nitelikler konuşulmamaktadır.

Benim ise bu süreçte zihnimdeki en önemli problem; kişiler değişince hayatımızda ne değişecek?” sorusu etrafında özetlenebilir. Zira şikayet edilen unsurlar varsa, buna neler hayatiyet kazandırmaktadır? Bir sosyolojik gerçeklik olarak belirtmeliyiz ki, bir şey devam ediyorsa, toplumsal kültür, zihniyet, iş yapma biçimi ona kalım hakkı veriyordur. Dolayısıyla şikayet edilenlerin değiştirilmesi, kişilerin değiştirilmesi ile halledilecek bir problem değildir. Bir sistemin, mekanizmanın işliyor oluşu ile ancak bunlar önlenebilir.

Doğrusu Batı dünyası ile ilgili çok farklı yargılar geliştirilebilir. Batı’nın sömürgeci olması, tutarsızlığı vb. çok şey zikredilebilir. Ancak İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkeler özelinde söylemeliyiz ki, siyasi, toplumsal, ekonomik sistemleri kişi bağımlı olmaksızın işlemektedir. Felsefesi, paradigması, temel zemini kurulduğu için göreve gelen kişiler, o mekanizmanın içinde görev ve sorumlulukları çerçevesinde hareket ederler. Dikkat edilirse daha çok Batı dışı birçok toplumda sıklıkla köklü reformlara teşebbüs edilir. Çünkü sistem henüz oturmamıştır.

Doğrusu toplumun değişimlere kişi odaklı olarak bakıyor olması, bir boyutuyla tarihi kodlarla ilintilidir. Tarihin derinliklerinden gelen bu kodlar, bir müddet sonra kemikleşmiş bir kültür olarak işlemeye devam etmektedir. Batı dünyası buna yönelik değişimleri modern zamanlarda oldukça sancılı bir şekilde gerçekleştirmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de değişime dair sosyolojik kaide diyebileceğimiz bir ifade vardır. “Bir toplumda yaşayan fertler tek tek kendilerini değiştirmedikçe, Allah da o toplumun durumunu değiştirmez.” (13/Ra’d, 11) Yani değişim fertlerden başlar ve gerçekleşebilmesi için toplumda kuvvet yaratacak bir seviyeye gelmelidir. Çokça söylendiği gibi “aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar almaya çalışmak” çok akıllıca bir hareket olmasa gerektir.

Peki niçin kişi değilde sistem? Bir kere bunun felsefi, antropolojik öncül ve sebeplerini ortaya koymalıyız. Doğrusu burada zikredilmesi gereken birinci nokta insanın konumudur. İnsan tabiatı gereği eksik bir varlıktır. Zira muhatap olduğu evren, insan ve eşyaya dair bilgilerinin tam anlamıyla onların gerçekliğine tekabül ettiğini kimse iddia edemez. Dolayısıyla kişiler yanılabilir. İkincisi, insan fani bir varlıktır. Yani dünyadaki varlığı gelip geçicidir. Diğer yandan insana arız olan birtakım haller vardır ki, sevinç, üzüntü, kızgınlık vb. Bu haller onu doğru şeyler yapmaktan alıkoyar. Sistem ise kişiler, akıllar ve ilkeler demektir. Dolayısıyla bir çerçeve olarak işlev göreceğinden dolayı, insanları hata ve yanlış yapma konusunda ön uyarılara sahiptir.

Yukarıda Kur’an-ı Kerim’deki bir âyeti belirtmiştim. Oradan çıkarılacak ikinci bir sosyolojik kaide de, değişimin fertten başlaması sebebiyle aşağıdan yukarıya bir karakter taşımasıdır. Dolayısıyla insanların değişimi sürekli dışarıdan beklemeleri bir sonuç vermez.

Son birkaç yüzyıllık modernleşme sürecinde yeni bir insan portresi inşa edildi. Doğrusu her bir paradigmanın yaptığı şey, önce yeni bir insan modeli ortaya koymasıdır. Dolayısıyla insana yeniden dönmenin ve bu bağlamda eğitimin niçin öncelik taşıdığının anlamı daha iyi anlaşılabilir. “İnsan” maalesef bu süreçte en önemli kaybımız oldu.