Kirlenmek
Temizlenmenin
zıddını gösteren bir kavram değil kirlilik. Değişimin veya dönüşümün aklın
çemberinin dışında ya da arzuların tutsaklığında vardığı noktadır kirlilik.
Düşüncenin
kirliliğinin izalesi, arzuların tutsaklığından daha kolaydır.
Akıl fark
ederse pisliğe bulaştığını, hemen oradan kurtulmanın yolunu arar. Kendisinin
var olma ikliminin bu pislik evreni olmadığını fark edince, o bataklıktan
uzaklaşmanın çarelerini bulmaya çalışır. Çünkü akıl şunu bilir ki, ne bulaştığı
pislik ona aittir, ne de o pislik içinde onu kurtaracak yollar kendisinin köken
malıdır. Sadece iradi ve arızî olarak o pislikten kurtulmanın iyi bir iş
olduğunu fark eder.
Bundandır ki aklın
geriliği veya onu daha ileriye götürmesini engelleyen karanlık tarafı,
tutsaklığı fark edememenin ıstırabını bir ömür çeker.
Pisliğe
bulaşan arzuların tutsaklığı ise insanın en fena çürümüş halidir. Çünkü bu
bulaşmada en başta yok olan duygular var. Örneğin mahcubiyet veya yok edilen
haya duygusu insanın en büyük tutsaklığı ve inkâr çukurunda pisliğe gittikçe
bulaşılan çirkin tarafı gibi görünür.
Arzuların
tutsaklığında yol alan bir insan, aklın her türlü kurtuluş çaresini reddeder.
Çünkü kirlenmiştir bir defa insanın en insani tarafı. Ve kaybetmiştir en büyük
ölçek olan aklın rota çizme iklimini. Tek doğrusunun hatta yegâne gerçekliğinin
denetlenemez arzular tutsaklığında her türlü zevkini tatmin etmek olduğundan
sabitlenir ve taassubu onu bu kendi dogmasının çöplüğünde debelendirip durur.
Yaşam
ikliminde ve arzular tutsaklığında yol alan insanın inkârı, aynı zamanda
kendisinin yeni inancı olur. Her türlü çelişkiyi veya aklın sürekli önermeye
çalıştığı o pislikten kurtulma önerilerini kendine ve yeni inancına ihanet
bilir. Çünkü inkâr, insanın en insani duygusu olan hayayı sadece tutsak etmez
aynı zamanda yok etmeye çalışır.
Bir defa
kirlenmeye görsün insanın fıtratı. Bilhassa arzuların denetlenemez boyutuyla
kirlenmeye görsün. Hele bu kirlenmeyi meşrulaştıracak bir akıl hafifliğiyle de
arzularına arkadaş olursa bilgileri artık en aciz ve garip bir yaratıkla
karşılaşır insan. Sürekli çelişkiler içinde ve hayattan yaş aldıkça da çelişkilerini
kurtuluşu olarak görmeye çalışan inkâr tutsaklığının ateşinde yanıp durur.
Adı ister deizm
olsun, ister ateizm, hatta farklı farklı izm kıyafetleri giymiş arzular
bataklığı olan modern vahalar hiç fark etmez, bu kirliliğin insana en büyük zararı
insanın insanı köleleştirme eylemi oluşudur.
Bütün
inançları yok sayan, bilhassa inancın özgürlüğüne vahyin bir İlahta insanı
buluşturan hürriyetine karşı çıkan inkârın tutsaklığı, bugünün teknoloji
diliyle de ne kadar gülünç ama bir o kadar da hırslı olduğunu gösteren bir
yapıdadır. Bu kanaatimizi günümüz dünyasında neredeyse her insanın elinde veya
evinde olan telefon ya da bilgisayar makinalarıyla açıklamak istiyorum.
İlk insandan
bugüne kadarki insanlık sermayesi denilen bilginin somut örneği olan en
donanımlı bir telefon veya bilgisayar elimizde olsun. Kirlenmeyen ve aklın
rehberliğinde hareket eden bir birey olarak sahip olduğumuz o makina(lar)nın
bir işlem olduğunu ve onu ancak işletmemizle içindeki işlemlerin
gerçekleşeceğini biliriz.
Ve yine biliriz
ki, o makinayı doğru işletmenin yolunun mutlaka kılavuzunu okumaktan geçer.
Ve yine
biliriz ki, ne kadar kılavuzunu doğru okusak da çoğu zaman bir uzmanın desteğine
ihtiyacımız var.
Ve yine
biliriz ki, ne kadar da uzmandan yardım alırsak alalım kendimizin ciddi mesai
harcaması gerekir.
Ve yine
biliriz ki, o makinaların ustaları onların içinde değil.
Ve yine
biliriz ki, o makinalar asla kendilerine hükmedecek ve kendi kendilerini idare
edecek bir donanımda değiller.
Ve nihayette
biliriz ki, onların onca özellikleri dışarıdan birisi tarafından onlara
yüklenmiş. Bu yüklemede külli bir akıl, irade ve hikmet var. O aracın
güncellenmesi de yine kendi dışından birisi tarafından yapılınca ancak kendi
kalır veya çağı takip eder.
Ve akıllı
insan, hem de kendini bilen adam, ihtiyacı olan kadarını o makinadan alır ve o
makinanın ne muhteşem bir insanlık ürünü olduğunu takdir ederek haddini bilir.
İnsanın en
ayırt edici vasfı olan düşünmenin, hem ilmi, hem de estetik bağlamda nasıl bir
akl-ı selim, zevk-i selim ve hiss-i selime ulaştığını görür, öyle hareket eder.
Arzular
bataklığına saplanan, inkarın tutsaklığı içinde debelenip duran, yetersizliğinin
ve kendine sahip olamamanın farkında olmak istemeyen ve düşünmeyi kendine
düşman eden insan da o makinalarla kavga edip duran çocuk seviyesinde, biçimsel
büyümüş ama içeriksel tıfıl kalmış adamlar gibidir.
İşte
makinaların en acayip ve kompleksi olan insan, aslında kendinde var olanların
kendinin dışında var eden bir ilah tarafından kendisine mevhipe olduğunu bilse,
sınırsız bir hürriyete ve tadına doyum olmaz bir özgürlüğe kavuşmuş olacak.
Bilgisayar veya telefona muhataplığı neticesinde aldığı mutluluğun daha tarif
edilemez sevincini yaşamış olacak.
Ancak
görüyoruz ki, inkârın insanın öncelikle aklında, sonra gönlünde, ardından da
dilinde meydana getirdiği kirlilik, yani tutsaklık, müthiş bir korku ve trajedi
yaşatıyor.
Her lezzet
elemle sonuçlanıyor.
Her değişim
bir yıkım olarak algılanıyor.
Görmedeki
hayret ve hayranlık, hastalık ve yokluk musibetine dönüşüyor.
Duyulan onca
ses bir felaket senaryosunun uğultusu gibi algılanıyor.
Ve inkarla
kirlenen insan başlıyor;
Şikâyete...
Nefrete...
Şiddete...
Korkmaya...
Bilmeden her
şey hakkında bir şeyler saçmalamaya ya da;
Azıcık bildiği
bir şey hakkında her şeyi bildiğini iddia etmeye...
Ve en sonunda
intiharı da tatmak istiyor o yetersiz aciz halinde.
Ve bilse, ve
bilse! İnanmanın hürriyetine koşsa ne çok özgür olacak, ne çok özgür olacak.
Merhum Sezai Karakoç’un dediği gibi; inanç özgürlüktür, inkâr tutsaklıktır.
Bunun dışında
söylenecek her şey bir bahanedir.