Kırkıncı Hocamın Anısına
Muhterem Mehmed Kırkıncı Hocamızın Vefatının 6. Yılı münasebetiyle İstanbul İlim ve Kültür Vakfı Said Yüce kardeşimizin moderatörlüğünde Prof. Dr. Şener Dilek, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Prof. Dr. İrfan Küfrevioğlu, Prof. Dr. Mehmet Göktaş gibi katılımcıların bulunduğu bir anma toplantısını düzenledi. Önce bu hizmetlerinden dolayı tebrik ediyorum. Güzel insanların hatırlanmasına vesile olan, hatıraları yaşatan her çalışma özeldir, Kur’an’a ve imana adanmış ömürler ise daima hatırlanmaya değer kıymettedir... Bu anma programını İnternet üzerinden izleyince hayallerim elimden tutup, beni çocukluğuma götürdü. İnşallah sizlerle o anki his dünyamı paylaşmaya çalışacağım.
1970’ler
de anarşi sokakları tehdit altına almışken, Erzurum sokakları Risale-i Nur
derslerinden çıkıp evlerine gidenler için güven doluydu; anarşi hiçbir sokağı
kendine göre kurtarılmış bölge yapamamıştı. Risale-i Nur
derslerine gidenlerin kafaları küfre karşı Nurlarda ki verilen ikna edici
misallerle kurtarılmış bölge olmuştu... Kafalar ve imanlar nurlarla
kurtarılıyor, anlamakta zorluk çekenlere ise Kırkıncı Hocamın misalleri yardım
eli uzatıyordu. Türkiye’nin her yerinde Risale-i Nur hizmetleriyle uğraşanlar
gibi Erzurum’da anarşi ve sokak çapulculuğuna zerre kadar endişe duymadan,
Kırkıncı Hocamın rehberliğinde Kur’an ve imana hizmet ediyordu. Anarşinin felsefesi olan inkâr kurşunlarına
karşı Nurların ispat kurşunları sıkılıyor ve aciz bırakılıyordu. Bazıları ise
teslim olmaktan başka çare bulamıyordu... Akşamları derslerde Kırkıncı
Hocamın Risale-i Nurların feyziyle verdiği misaller, zihinlerin, akılların
elinden tutup, yıldızları dolaştırıyorken, hayalen hücrelerin – zerrelerin dev
saraylar haline gelişine şahit oluyorduk... Delikanlılık dönemimiz Kırkıncı
Hocamın tevazulu hali ve muhabbeti ile muhafaza edilerek, derslere gitmeyi daha
keyifli hale getirmişti. Soğuk şehrin,
soğuk şartlarının öfkeli ve hiddetli babalar haline getirdiği insanların
çocukları, Kırkıncı hocamın derslerinde tedavi görüp, yaralarını sarıp, öfkeli
insanlar olmamaya niyetler ediliyordu...
Risale-i Nurlara karşı ilgi temellerimin atılmasında
ilk emek sahibi Kırkıncı hocamdır, daha sonra İstanbul’a gidişimle Üstadımızın
talebeleridir.1960’ların sonunda
babam elimden tutar Kırkıncı Hocamın derslerine götürürdü. Babam; hadi hocamın
dersine gidelim, dediğinde müthiş bir sevinç yaşardım. O zamanlardan hafızamda
belirgin yer tutmuş iki şey vardır; birisi evimizin karşısında ki Taşmescit
Camiinde gündüzleri Zeki Hocanın vaazlarını dinlemekti, diğeri ise; Kırkıncı
Hocamın muhteşem derslerine gitmekti. Bana oyun mu oynamak istersin, yoksa
Kırkıncı hocamın dersine mi gitmek istersin diye sual edilmiş olsaydı, hiç
düşünmeden; Kırkıncı hocamın dersine gitmeyi isterdim. Yaşım küçüktü ama
Kırkıncı hocamın çok büyük meselelerden bahsettiğini anlayabiliyordum. Dilinde büyük meseleler olanları,
anlamasalar bile küçüklerde fark ederler… Bazı şeyleri tam olarak
anlamasanız da, çocukta olsanız, mutlaka sizi tesiri altında alır, yörüngesine
çeker. Kırkıncı Hocam öyle tesir eden bir insandı. Çocuk olduğum halde, kırkıncı hocamın verdiği misaller müthiş
etkilerdi, anlattıklarından en değerli oyuncağın vereceği sevincin ve keyfin
çok daha fazlasını heyecanını yaşardım. Bir şeyi hiç unutmuyorum ki:
Risale-i Nurlarda ki Allah’ın varlığına ait harika delillerin anlaşılması için;
Kırkıncı Hocamın verdiği misaller, kırkların üzerine çıkan Erzurum soğuğunda
derse gelen insanların içini ısıtıyor, gözleri ise heyecan dalgaları nemlendiriyordu.
Karda – tipide, titreyerek, donarak derse gelenler, ısınarak, yenilenerek,
hatta yol boyunca; “Ola o ne biçim
dersti! Lezzeti ağzımızda kaldı.” İfadeleri ile söylenerek giderlerdi...
Son söz: Yüce Allah’tan vefatının 6. Yılında Kırkıncı
Hocama rahmet dilerim. Allah, onun Risale-i Nurlara, ağabeylere ve ehlisünnet
dava erlerine daima var olmuş muhabbetini bizlere de nasip etsin. Yine hiç unutamadığım;
Üstadımızın Talebelerine karşı muhteşem bir saygısı ve sevgisiydi. Biz Ondan
öğrendik Ağabeylere karşı sevgi ve saygıyı ve de Risale-i Nur hayranlığını. Mekânı cennet, safrası mantık çiçekleri
olsun çünkü O bir mantık insanıydı.