Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Aralık 2019

Kimsesizlerin kimsesi; Abdul Settar Edhi

PAKİSTAN’IN bağımsızlık yolundaki simge isimleri Muhammed İkbal ve Muhammed Ali Cinnah’tan bahsettikten sonra, bu coğrafyanın ruhunun inşa edilmesine “rol model” olarak katkı sağlayan isimlerden de kısaca bahsedelim.

Cive Pakistan’ın yazarı Atilla D. Yerlikaya bu bağlamda, “Her şeyi olan insanların, diğer insanlara bir şeyler vermesini hep bir görev olarak gördüm” diyor. Ve “Bugün 9 yaşında olan oğluma kimi ‘rol model’ göstereceğim?” sorusuna endişeye mahal vermeden cevap bulmaya çalışıyor.

Abdul Settar Edhi, bu vadilerle dolu toprakların arasından akan bendini aşan bir sel misali vahalara ulaşarak hayat vermiş bir isim. Edhi, 1928 yılının ilk gününde, Hindistan’ın, Guajarat şehrinin Bantva kasabasında dünyaya gelir. Hayli muhtaç ve fakir olan annesi yemesi için küçük Abdul Settar’a bir paisa harçlık verirken, bir paisa da bir fakir çocuğu doyurması için verirmiş. Durumundan bağımsız olarak, başkalarına yardımı bir insanlık ödevi olarak görmek, annesinin ona en büyük manevî mirası olur.

Edhi, henüz 11 yaşında küçük bir çocukken annesi felç olur ve bu zorlu dönemde okuldan ayrılmak zorunda kalır. Edhi, öldüğü güne kadar annesine bakar. Annesini kaybettiğindeyse 19 yaşındadır.

Annesi gibi bakıma muhtaç ama kimsesiz olan binlerce, milyonlarca insanı düşünen Edhi, genç yaşına rağmen, çevresindeki insanların bu zor şartlar altında ezilmesine tahammül edemeyip harekete geçmeyi kendisine görev edinir. Önce ev ev dolaşıp insanlardan para toplar ve muhtaç insanlara dağıtır.

Büyüdüğü dönemde sosyal çatışmalar, ekonomik sıkıntılar, göçler ve felaketlerden kaynaklanan travmalar kimilerini içine kapatıp, kimilerini bencilleştirip ve kimilerini de acımasızlaştırırken, Edhi’yi din, dil, ırk, köken ya da tercih ayırmayan bir evliyaya dönüştürür.

1949 yılındaysa çabalarını bir vakıf altında kurumsallaştırır. Edhi’nin bu büyük iyi niyet hareketine ve mücadelesine toplum da kayıtsız kalmaz.

Edhi, ailesiyle birlikte vakıf merkezinde bitişik iki odalı bir evde yaşamını sürdürür.

Öldüğü güne kadar vakıfta aktif olarak çalışır. Ambulans sürmekten acil çağrılara cevap vermeye, kimsesizlerin cenazelerini kaldırmak için maddi kaynak toplamaya kadar her türlü görevi yapmaya devam eder. Öldüğü gün yaklaşık 20 bin kişinin vasisi veya velisi olarak kayıtlıydı.

65 yıllık bir mücadelenin sonunda ülkesine 335 dispanser, 25 hastane ve 8 bin gönüllü çalışan kazandırdı. 50 bini yetim, 70 bin çocuk ve 40 bin hemşire yetiştirdi.

Edhi Vakfı bugün 60 yılın ardından sayısı 1800’e ulaşan gönüllü ambulans filosuyla dünyanın en büyük ambulans şebekesine sahip.

Bu çaba herkese güven veren Edhi’nin emeğinin, ama bir o kadar da bu güzel insandan gelen her çağrıya, ezana koşan bir mü’min heyecanıyla karşılık veren ve canla başla çalışan onlarca vakıf gönüllüsünün ürünüdür.

Fakir doğan Abdul Settar Edhi, yine aynı fakirlikte hayata veda ederken, geride sadece iki çift elbise, fakat hayatına dokunduğu on binlerce seven ve hâlâ fakir insanlara din, dil ve ırk ayrımı yapmaksızın yardım elini uzatan, kâr amacı gütmeyen, politik olmayan ve herhangi bir topluluğu temsil etmeyen Edhi Vakfı’nı bırakır. Ölümü üzerine hükümet tarafından ülke çapında bir günlük yas ilan edilir.

İnancınız ne olursa olsun bu yüce gönüllü adamı bir an düşünün, Allah’ın bu dünyaya gönderdiği bu güzel insanı, bir hayır duasıyla anın lütfen.

***

Muhammed Abdüsselam’ın,

Allah’ın sanatını anlama gayreti

1926 yılında, bugün Pakistan devletinin sınırları dışında, Hindistan’ın Uttar Pradeş eyaletinde yer alan Jhanga bölgesinde dünyaya gelen, dindar ve eğitimci bir ailenin çocuğu Muhammed Abdüsselam, Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan ilk Pakistanlı ve Müslüman olarak tarihe geçer.

Biyografisinde Pakistan’ın Atom Bombası projesinde oynadığı rol muğlak bırakılan Abdüsselam’ın çalışmaları sayesinde Pakistan, nükleer santrale sahip olan ve uzaya uydu gönderen ilk Müslüman ülke olma unvanlarına sahip olur. Abdüsselam, Pakistan’da matematiksel ve kuramsal fiziğin babası olarak görülür. Yaklaşık 500 Pakistanlı matematikçi ve fizikçinin, İngiltere ve Amerika’daki en iyi okullarda doktora eğitimi almasını sağlar.

Profesör Abdüsselam, 1979 yılında “zayıf ve elektromanyetik kuvvetlerin bileşik alan teorisi” üstüne çalışmasıyla Nobel Fizik Ödülü’ne layık görülür.

Steven Weinberg; Amerirkalı fizikçidir, ateisttir. Muhammed Abdüsselam; Pakistanlı fizikçidir, dindardır. İkisi birden 1979 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü paylaşır.

Abdüsselam ödül konuşmasında, Kur’an-ı Kerim’in Mülk Sûresi’nin üçüncü ve dördüncü ayetlerinden bahsederek, bilimi Allah’ın sanatını anlama gayreti olarak gördüğünü ifade eder.

Ben, insan beynindeki on milyar sinir hücresinin birbiriyle bağlantılarını görünce, iman etmekten başka çare göremiyorum” sözlerinin sahibi olan Abdüsselam, tüm Müslümanları bilim dünyasına katkı vermeye ve öncü olmaya çağırır, bu amaçla Müslüman bilim adamlarını destekler. “İçinde bulunduğumuz çağda, bir toplumun onurlu bir şekilde ayakta durması, doğrudan doğruya onun bilim ve teknolojideki gücüne dayandığına göre, bu zayıflığın tehlikeleri ne kadar vurgulansa azdır” sözünü her fırsatta ifade eder.

Profesör Abdüsselam’ın Müslümanların gelişebilmek için bilimle uğraşmaları gerektiği düşüncesi Türkiye’yi de kapsıyordu. “Türkiye’nin en az 6.000 yetişmiş ve dünya çapında kendini kabul ettirmiş bilim insanına ihtiyacı var. Oysa sizin, bu rakam bir yana, uluslar arası düzeyde kabul edilebilecek bilim insanı sayınız parmakla gösterilebilecek kadar az. Orta sınıf bilim insanı yetiştiriyorsunuz. Bunun Türkiye’ye hiçbir faydası olmaz. Türkiye teknoloji transferi düşünüyor. Buna çalışıyor. Oysa bilim insanı yetiştirmeden teknoloji transferi işe yaramaz” diyerek düşüncelerini ifade etmişti.

O içinde bulunduğumuz kısır döngüyü, “Türkiye, Mısır ve Pakistan gibi ülkelerde gelişmeye odaklı bilim topluluklarının olmamasının tek nedeni, bu toplulukları istemememizdir. Bilimsel gelişme elde etme motivasyonumuzun olmamasının, bilime karşı zaman zaman düşmanlığa yaklaşan bir aşağılık duygusuna sahip olmamızın mağduriyetini yaşıyoruz” sözleriyle özetliyordu.

Yaşamını insanlığa ve bilim dünyasına faydalı olabilmeye adayan, özellikle Müslüman ülkeleri bilime yöneltmeye çalışan Muhammed Abdüsselam, 1996 yılında İngiltere’de hayatını kaybetti. Vasiyeti üzerine cenazesi Pakistan’a getirildi ve 300 bin kişinin katıldığı cenaze töreninin ardından Robwah bölgesindeki aile kabristanına defnedildi.

Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nde (CERN) yürütülen, “Tanrı Parçacığı” olarak bildiğimiz Higgs Bozonu’nun varlığını kanıtlayan deneyler 2012 yılında sonuç verdiğinde bir çok insan bu deneylerin kuramsal altyapısının Abdüsselam’ın çalışmalarına dayandığını bilmiyordu. Profesör Abdüsselam ve Profesör Weinberg, 1960’lı yıllardaki eşzamanlı çalışmalarında bu parçacığın varlığını öngörmüştü.

***

Pakistan’da çocukların yarısı okula gitmiyor

Kâr amacı gütmeyen kuruluş olma özelliğini taşıyan The Citizens Foundation (Vatandaşlar Vakfı-TCF), 1995 yılının Ağustos ayında 6 arkadaşın yoğun gayretleriyle kuruldu. Bu vakıf başta eğitim olmak üzere birçok alanda sivil girişim olarak vatandaşlarının imdadına yetişiyor.

Dünyanın en kalabalık 6’ncı ülkesi olan Pakistan, okula gitmeyen çocuk sayısı sıralamasında Nijerya’dan sonra 2’nci sırada geliyor. Pakistan’da her yıl yaklaşık 4 milyon çocuk dünyaya geliyor. Bunların neredeyse yarısı hayatları boyunca okula gitmiyor. Eğitim almayan çocuk sayısı 25 milyon. Bu çocuklar sokaklarda amaçsızca, başı boş dolaşıyor, dilencilik yapıyor. Çoğu uyuşturucuya ya da terörizme bulaşıyor. Bu durum, Pakistan’ın üzerinde oturduğu bir saatli bomba.

Ve çarpıcı bir gerçek daha, “Eğer bir ülkenin kaderini değiştirmek istiyorsanız, onun çocuklarının dileklerini gerçekleştirmelisiniz”. Bu kadar net.

Yapılan son araştırmalar Pakistan’daki ölümlerin yüzde 33’ünün hijyen eksikliğinden kaynaklandığını gösteriyor. Ülkede her yıl temiz su ve sıhhi tesisat eksikliğinden dolayı 41 bin çocuk hayatını kaybediyor.

***

Teröristlere meydan okuyan kız; Malala Yusufzay

12-13 yaşlarında Malala Yusufzay, kız çocuklarının okula gönderilmemesi, gönderen ailelerin cezalandırılacağı tehdidinde bulunan Taliban’a karşı cesur bir duruş sergileyerek ve “Taliban nasıl olur da benim en temel hakkım olan eğitim hakkımı elimden almaya çalışır?” diyerek yasaklara meydan okudu.

Malala, “Hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim. Beni vurabilirler ama hayallerimi vuramazlar. Benim için korku içinde yaşamak en büyük ölüm olur” diyerek tehditleri umursamadığını haykırdı.

Taliban’ın, “Şeriata göre, İslâm’a karşı çıkan bir çocuk bile olsa öldürülür” açıklamasına “Ben Taliban’ın çocukları için de eğitim hakkı istiyorum” diyerek karşılık verdi.

9 Ekim 1912’de okuldan evine döndüğü sırada, okul otobüsü militanlar tarafından durduruldu. Militanlardan birisi otobüse binerek elindeki silahı öğrencilere doğrulttu ve “Hanginiz Malala? Ortaya çıkmazsa hepinizi vururum” diye bağırdı. Malala yakın mesafeden, kafasının sol tarafına isabet eden bir kurşunla vuruldu.

16 yaşında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Malala Yusufzay, kız çocuklarının okula gitme hakkının engellenemeyeceğini savunduğu için, 15 yaşındayken Taliban’ın hedefi olmuş, uğradığı suikast girişimi sonrası kafasına isabet eden bir kurşunla yaşam ve ölüm arasındaki mücadelesini mucizevî bir şekilde kazanmıştı.

Saldırıdan tam dokuz ay sonra, doğum gününe denk gelen 12 Temmuz’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda liderlere seslendi. BM bu günü “Malala Günü” ilan etti.

Malala Yusufzay, mücadelesiyle 2014 yılında Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Ödülünü çocuk hakları aktivisti, Hindistanlı Kailash Satyarthi ile paylaştı.

Hayatını anlattığı “Ben Malala” adlı kitabı birçok dile çevrildi ve uluslar arası listelerde en çok okunan kitaplar arasına girdi.

Eğitim, kişileri olduğu kadar ülkeleri de değiştirmek için hâlâ en iyi umudumuz” ve “Kurşunla teröristleri, eğitimle terörizmi bitirirsiniz” sözlerini her fırsatta tekrarlayan Malala, kız çocuklarının eğitim almasına katkı sağlamak için Malala Vakfı’nın kurulmasına öncülük etti.

Malala Yusufzay, 2017 yılında dünyanın en prestijli üniversitelerinden biri olan Oxford’a kabul edildi. Pakistan’ın ilk kadın başbakanı olan Benazir Butto’nun 1970’li yıllarda eğitim gördüğü kolejde felsefe, siyaset ve ekonomi okuyan Malala’nın, ileride ülkesinin ikinci kadın başbakanı olması ihtimaller arasında.

***

Sizin acınız bizim acımızdır

Tam öğretmenimiz kapıyı kapatmak üzereydi ki, şalvar giysili ve Peştuca konuşan 3 kişi içeri girdi” diye başlıyor hayatta kalabilmeyi başarabilen çocuklardan 12 yaşındaki Ali. Ve arkasından gelişen korkunç olayı şöyle özetliyor, “Öğretmenimizi, sınıf arkadaşlarımı başlarından, göğüslerinden, kollarından, bacaklarından vurdular. Arkasından büyük bir patlama oldu.”

Bu kanlı olay, 16 Aralık 2014 tarihinde Pakistan’da dünyanın en kanlı 4’üncü okul katliamı, “Pakistan’ın 11 Eylül’ü” olarak anılan “Peşaver Katliamı”ydı. “Pakistan Talibanı” olarak bilenen “Tehrik-i Taliban Pakistan” (TTB) örgütüne mensup 6 silahlı teröristin gerçekleştirdiği eylem sonucu, 132’si çocuk 149 masum insan hayatını kaybetti, 124 çocuk da yaralandı.

Saldırının ertesi günü dönemin Başbakanı Navaz Şerif, ülke çapında üç günlük yas ilan etti ve idam cezasının, ancak terörlü bağlantılı durumlarda uygulanabilecek şekilde, geri getirildiğini açıkladı.

Pakistan’da eğitim kurumlarında, maalesef sadece 2007-2015 tarihleri arasında, 867 terör gerçekleşti.

Pakistan, Afganistan’a “Taliban’ı yok et, yoksa biz edeceğiz” mesajını net bir şekilde verdi. İki ülkenin operasyonlarının artması üzerine buralarda yaşayan yarım milyon sivil insan evlerinden kaçmak durumunda kaldı.

(Bu bizim başımıza sarılan ve 40 yıldır mücadele ettiğimiz PKK’dan, FETÖ’den, hemen yanıbaşımızda cehenneme çevrilen Irak ve Suriye’de hortlatılan DEAŞ’tan, Afganistan’ı perişan eden El Kaide’den, Nijerya’nın başına bela olan Boko Haram’dan, Somali’yi kana bulayan Eş Şebab terör örgütlerinden farklı değil)

Ben Pakistan’dan gelen her terör saldırısı haberine, memleketimde olmuşçasına üzüldüm” diyen yazar Atilla D. Yerlikaya, “Ama terörün hedefine aslında hiçbir zaman ulaşamayacağını, Pakistan’ın da her hadiseyi aynı Türkiye gibi büyük bir metanetle karşıladığını, hem unutmadığını hem de yaralarını ne kadar çabuk iyileştirdiğini görünce anladım” sözleriyle ifade ediyor.