Dolar (USD)
35.32
Euro (EUR)
36.44
Gram Altın
3007.62
BIST 100
9929.4
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
30 Aralık 2024

​Kimsesiz Aşk

Var ama yok; gerçek ama hayal. Gönül bir derde düşer, kim demiş bir dert belki bin derde düşer. Göstermek mi, görmek mi, aramak mı, bulmak mı? Bir dünya ki daldıkça derinleşir, gittikçe uzaklaşır. Sanki çölde serap. Var mı, yok mu bilinemez. Yeri gönüldedir gizli yolculuğun. Garip kalmıştır aşk. Ve kimsesizdir.

Kimsesizlik, sahipsizlik midir yoksa kimsenin müdahale edemediği özel bir alan mıdır? Ya da kimdir asıl himaye eden? Kimse olmalı mıdır? Değil değil!

Şöyle ki bilinmeyen, anlatılmayan ve anlamını yitirmeyen bir duygudur bu. Her şeyden ayrı, imtiyazlı bir hâl. Kimsesiz aşkın hâlleri böyledir. Var ama yok!

Açık ve âşikâr değildi. Meçhûl idi. O sebeple anlamı yüceydi. Hoyratça tüketilmiyor mu ne varsa? İşte bu yerde mahrem olanı, gizli tutmaktır esas aşk. Sanılır ki kimsesiz. Sanılsın ama bilinmesin; hissedilsin ama görülmesin. “Esrâra mahrem edecek kimse bulmadı/Zâtî harîm-i aşkta kendi ile söyleşir.” diyor şair. Budur belki doğru olan. Kendi ile söyleşmek… Kendi ile söyleşenin anlattığını kim anlar, kim nasıl bilir? Sevilen bilmez mi?

Herkesin bildiği, duyduğu, gördüğü anlamını yitirmez mi? Oysa anlam denizinde sefere çıkmak gerek. Keşfe çıkar gibi uzun, upuzun yolculuk değil miydi aşka kavuşmak? Ol sebepten mahremdi. Öyle olmasa mahkûm olacaktı mahdut dünyada. Hayır, değil bir sınır, bir nokta engel tanımaz deli gönül. Zira vermiştir neyi varsa bu yolculuk için. Harcamıştır ömrünü. İçini, dünyaya ait ne varsa boşaltmıştır da öyle koyulmuştur yola. Dönmek yoktur. Bilmek. sırra ermek, derde düşmektir. Dertsizlik bitmektir. “Çok yorulursun, çok acı çekersin.” denilmiş olsa da çok çile, çok haz demek değil miydi? Onulmaz yaraların merhemi, bilinmez dertlerin şifası… Neydi verip almak, almak da değil asıl yok olmak.

Hakikî âşığın hâlidir mektum olmak. Bir dağı omuzlayıp da yürümek kolay mıdır? Bir dağı taşır gibi yürüyüp de bunu belli etmemek mümkün müdür? Saklamak zordur: “Gönülde nice kala sırrı mektum/ Çü aşkı oldu bana şamil” demişti Kadı Burhaneddin. O yükün altında iken şikâyet etmemek kolay mıdır? Kaybetme sebebimiz taşıyamayacağımız yüke talip olmaktı. Ya da heveskâr olup yükün altına girmek. Belki bu yüzden aşk kimsesizdi. Âşikâr olanın kaybettiği anlam.

Aşk kimsesizdir. Çünkü her akıl acelecidir, öğrenmek ister. Varmak, bilmek, görmek, muhatap olmak ister. Oysa aşk bunlardan uzak değil miydi? Kalbin en gizli yerinde korunan aşk, nasıl olur da açığa çıkarılır ki? Bir mestûredir vasfedilen aşk. Ayan eylemek, sırrı ifşâ etmektir. Bu ise aşkı öldürmek değil midir? Âşığın hâli değildir belki aşkbâzın hâlidir bu. Aşk yine kimsesizdir.

“Aşk içre azâb olduğun ondandır bilirim kim/ Her kimse ki âşıktır işi âh u figandır” demişti Fuzûlî. Elbette yine gizli gizli yanmaktır bu. İçten içe bir sır ile yaşamak. Muhibbî ise şöyle demişti: “Sırr-ı aşkı kim bilirdi nâle efgân etmese/ Safha-i ruhsârım üzre eşk tahrîr etmese” Gözyaşının yanağın üzerine yazdığı aşk… Evet, budur belki işaret, budur en güzel şiir, budur âşığın yüzü.

Mecnûn, deliydi. Çılgındı. Kimsesizdi. Yollara düştü. Aradı, aradı… Gördüğünde ise Leyla’yı, “Çekil yolumdan ben Leyla’ma gidiyorum.” demişti. Ve Mecnûn meçhûl bir âşık oldu.

Âşık meçhûl ve mehcûr değil midir? Nedir ki şu fâni dünyada aranılan? “Cihanda âşık-ı mehcûra sanma rahat olur/ Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur” diyordu Şeyhülislam Yahya. En güzeli söylememek, aşikâr etmemek, şikâyet etmemek, saklı tutmak, sır bilmek, mahdut kelimelerle anlatmak ve ismini söyleyip çok şeyi anlatmak… Çünkü kimsesizdir aşk.