Kimse kokuşmuşluğu görmedi!
Değerlerimize göre medeniyet ve insanlığın seviyesi ahlak seviyesi ile ölçülür. Toplumsal sarsıntı ve yıkıntıların ahlak ve adalet yoksunluğundan olduğunu biliyoruz. Tarihe gördük… Yaratan’la bağlantısını kesen ve güç yarıştıranların sonu hiçte iyi olmamıştır. Bugün dünyanın geldiği berbat halin izahı budur…
Hayatımızı, zamanımızı, boğazımızı, aklımızı ve gönlümüzü ne dolduruyor?
Gregory PETKOV’un ‘Beyaz Zambaklar Ülkesi’ eserindeki tespiti ile cevap verelim:
“Milyonlarca halk bedenen, ruhen, fikren ve ahlaken çürüyor da, hiç kimse bu kokuşmuşluğu görmüyor. Herkesin karakteri bozulmuş veya herkes bu yozlaşmışlığa alışmış da bunu doğal bir durum sanıyor sanki. Ama bu böyle mi olmalıdır?”
Gerçek şu ki, dünyanın çivisi koptu! Kervan yürümüyor. Kötülük, zulüm, ahlaksızlık kıtalar dolaşmaya devam ediyor. İnsanlık hiç bu kadar günahkâr olmamıştı. Bu kadar fena olmamıştı. İşin kokusu çıktı! Ölüm döşeğinde günahlarıyla yüzleşmek affettirmiyor onu. Bil ki bu hal devam ederse sonraki şamarın telafisi mümkün olmayabilir.
Hatırlayın…
Hiroşima’ya atılan atom bombası orayla sınırlı kalmıştı. Korona tüm dünyayı yakıp yakıyor! Nükleer silahlardan daha etkili! Ölüm korkusu, panik, gelecek kaygısı her yerde. Hiç bir korku dünyayı bu kadar sindirmemiş, insanlık hiç bu kadar karantinada ve çaresiz kalmamıştı!
Yaratanla güç yarışını bırak…
Sonuçta bir şey olmadığın, yıkılmaz zannedilen gücün, kuvvetinin, şımarıklığın küçücük bir mikroba yetmediğini gördün. Azgınlığın bedelini ağır ödüyorsun…
Nasıl da ilgisiz ve duyarsız yaşıyorsun! Nasıl da hiç ölmeyecekmiş gibi hesaplar içindesin. Ne çok gönül kırdın ne çok zulmettin, ne çok zülfüyâra dokundun. Ne çok yetim ağlattın ne çok sabi katlettin! Çok beddua aldın çok…
Kibirden, haramdan, yetim hakkından inşa ettiğiniz ve güç ve kibir gösterisinde bulunduğunuz gösterişli evler, köşkler, saraylar, kaleler, gördünüz mü koruyamıyor sizi…
Kötülük akıntısına kapılan çoğunluk ne yaptınız?
Kırık cam teorisine göre davrandınız ve hiç hesap sorulmayacağını sandınız?
"Kırık cam teorisine göre bir binanın çoğu camı kırıksa insanlar diğerlerini kırmakta çekinmezler ve bunu suç olarak görmezler.”
Evet, çok cam kırdınız, çok can yaktınız!
Hayatta haksızlık, çalma çırpma, zulüm, zina, kötülük, ahlaksızlık kol gezerken iyi insan olmayı, engel olmayı bıraktın, çok can yandı çok!
E hadi, şimdi tövbe zamanıdır…
Kalbinden, kini nefreti, düşmanlığı at. Nerdeyse kırılacak kalp ve gönül bırakmadın! Küçük dağları ben yarattım havasını bırak.
Hayatını sadeleştir, sade ve mütevazı yaşamaya bak…
Biriktirdiğin parayla pulla, mal ve mülkle övünme, hiç bir işe yaramadığını gördün. Veren el ol. Bu dünyadan beklentilerini azalt. Kanaatkâr olmasını bil…
Ölüm korkusu yaşadığın bu günlerde kimse kendini ölümsüz sanmasın. Son günüm mü diye soruyorsun ya, tehlike geçtikten sonra bu yaşadıklarından ders çıkarmaya bak.
“Sonra bir şeyler olur adını koyamadığın ve artık eskisi gibi olamazsın.” demiş Bukowski.
Yahya Kemal ise şöyle metaforize etmiş bu durumu: “Bir tel kopar, ahenk ebediyen bozulur.” Bir tel kopar içimizden, adını da koyamayız ve artık ne eski ahenk kalır ortada ne de eski sen.”
Yaşanan küçük kıyamet sahnesinden ibret al.
Yaratanla güç yarıştırmayı bırak, samimi ve kuvvetli bağ kurmaya bak...
Aksi halde ahenk ebediyen bozulur!