Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.67
Gram Altın
2959.96
BIST 100
10025.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Mart 2024

​Kimin şehrinde yaşıyoruz?

Şehirde yaşamaya çalışırken aynı zamanda şehirle savaşmak zorunda kalmak, ‘modern insan’ın açmazlarından yalnızca bir tanesi. Geldiğimiz noktada şehrin, insanın işini kolaylaştırıcı ve hayatını idame ettirdiği bir imkân olmaktan çıktığını, zorunlu ve zaruri ihtiyaçlar için mücadele verilen bir ortama dönüştüğünü görüyoruz. Fakat bu ortam, zorunlu ve zaruri olanın içeriğini ve kapsamını belirleyenlerin, kendi düzenlerini devam ettirecek şekilde bir hayat tasarladıklarını açıkça görmemizi engelleyebiliyor. Bu engeli aşabilmek için önce şehrin, gündelik hayatın, ailenin ve toplumun geçirmekte olduğu değişimi anlayabilmek gerekiyor.

Örneğin erken saatlerde yola düşülerek başlayacak rızık mücadelesi için daha evden çıkmadan strateji belirlemek, plan yapmak gerekiyor. Önce gidişi, ardından dönüşü planlıyoruz. Yetmiyor, bir alternatif güzergâh daha belirliyor ve ortaya çıkabilecek aksaklıkları için tedbir alıyoruz. Kendimizle baş başa kalmamak için aldığımız tedbirler de işe yarıyor: Yolda geçen süreler trafikle beraber uzun yolculuklara dönüşse de düşünecek vakte sahip olmuyoruz. Çünkü akışın bize dayattığı, bir sonrasını bilmediğimiz videoları izlemek gibi bir zorunluluğumuz var!

Konu komşumuzun, sosyal medya arkadaşlarımızın yaşadıkları ile kendi hayatımızı sürekli kıyas ediyor ardından onun olduğu seviyeye çıkmaya veya onun sahip olduklarının bir üstüne sahip olmaya çalışıyoruz. Her ikisi de olmuyorsa öyle yaşarmış gibi yapmaya çalışıyoruz. Kazandığımızdan daha çoğunu harcıyor, kendimizi yalnızca harcamalarımızla var ediyoruz. Toplumdaki statümüzü harcamalarımızla paralel ilerletiyoruz. Kredi kartımız ve paralarımız cüzdanımızın en müstesna yerindeyken kimliğimizin yerini dahi hatırlamıyoruz.

Yarış atına çevirdiğimiz çocuklarımızı iyi ve insanlığa faydalı bir Müslüman olmak haricinde hemen her mecrada yarıştırıyoruz. Gönderdiğimiz çeşit çeşit kurslardan çocuk olduğunu dahi unutan çocuklarımıza, dünyadaki yegâne hedefin yüksek maaş getirili bir iş olduğunu an be an hatırlatmaktan asla geri durmuyoruz. Bozuk dünya düzenine çomak sokacak, iyi insanlar değil, bu düzenin devamlılığını sağlayacak geleceğin sadık bireylerini yetiştiriyoruz. Çok değil, yüz yıl kadar önce verdiğimiz mücadelenin istiklal ve istikbal mücadelesi olduğunu unutuyoruz.

Kapsamı ve anlamı sürekli daraltılan aile dediğimiz kutsal yapının artık bir ‘şirket’e dönüştüğünü görüyoruz: Belirli bir paranın toplanıp gelir ve harcamaların planlandığı, herkesin emek gücü getirisine göre hak ve söz sahibi olduğu, yılsonu bilançosuna göre yatırım kararlarının verildiği ya da küçülmeye gidildiği bir aile şirketi...

Göklerden ve köklerden beslendiğinde bizi biz yapacak olan ailenin, bir bütün olarak modernite tarafından yüksek maaşla işe alındığını ve başyardımcı olarak istihdam edildiğini görüyoruz. Üstelik bu birlikteliğin sürekli tüketimi, ailenin hemen her bireyinin vazgeçilmez ve son bulmaz bir istek haline getirdiğine şahit oluyoruz. İnsan, kendine zaman ayırması için dahi tüketmek zorunda olduğunun farkına vardığında birçok yanlış, değişmez doğru olarak toplumdaki mümtaz yerini almış oluyor. Ve şehir, artık köklü bir medeniyet tecrübesiyle değil hem insanı hem da malları tüketmeye ayarlı bir savaşa ev sahipliği yapar hale geliyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar, şehri; “Hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktir.” şeklinde ifade ediyor. Hülasa, hayat sürmek isterken bir anda kendimizi savaşıyor bulduğumuz bu şehir, bizim şehrimiz değil. Kuran-ı Kerim’de ‘Medine’ olarak ifade edilen şehrin, dini hükümlerin icra edildiği, saygı, hürmet ve İslam ahlakının hüküm sürdüğü bir yer olarak tanımlandığını idrak ettiğimiz zaman tekrar kendi şehrimizde yaşamaya başlayacağız.