Kimin kalbi neredeyse orada oluyor
Düşmanın planlarının
gerçekleşip gerçekleşmemesi sana bağlıdır. Senin güçlü ya da zayıf olmana
bağlıdır. Güçlüysen düşmanın planlarını ve tuzaklarını boşa çıkarıyorsun.
Zayıfsan ya yem ya da oyuncak oluyorsun.
Güçlü liderliğin, güçlü
toplumsal destek ve bağışıklığın her türlü zorluk ve saldırının üstesinden
geldiğine şahit oluyoruz. Gücün, birlik ve dirliğin her türlü oyunu
bozduğunu görüyoruz. Ancak düşman teslim alamayacağını görünce gizli
hücrelerini harekete geçiriyor. Ayrıştırarak, vuruşturacak
ve adam satın alarak son darbeyi indirmek istiyor. İçimizde ur
gibi büyüyenlerin, siyasi ve ekonomik ganimet peşinde olanların aleyhimize
planlarının açığa çıkarılması bir avantajdır. Vücut temizlendikçe güçleniyor,
güçlendikçe de operasyon yeteceği artıyor.
“Bir şeye samimiyetle inanan insan, yalnız menfaatlerinin kılavuzluğu ile
ilerleyen doksan dokuz kişiye bedeldir.” Evet, samimiyetin yoksa kuvvetinde yoktur
gerçeği ile bir kez daha sınanıyoruz. Şehadeti duasının başına koyan, gücünü
ve samimiyetini inancından alan bir milletin sınanma sonucunun zafer
olduğunun bilincindeyiz.
Kimin kalbi neredeyse orada oluyor…
İçimizdeki
beyinsizlerin ve ayartılanların düşman oltasına kolayca yem olduklarını,
tehlikenin işaret fişeği olduklarını fark etmek bizim için avantajdır. Hz.
Ali (r.a), arkadaşlarıyla oturmuş, Hz. Osman’ın (r.a.) hayatından bazı
şeyler naklediyordu. Sonra sözü onun şehadetine getirdi ve:
“–Benim, sizin ve
Osman’ın durumu neye benziyor, biliyor musunuz?” diyerek şu misali anlatmaya
başladı:
Sık ağaçlı bir ormanda
üç tane öküz vardı. Birisi siyah,
diğeri beyaz, öbürü de kırmızı idi. Ormanda bir de aslan
vardı, lakin birlik ve beraberlik içinde oldukları ve yardımlaştıkları için
onları yemeye gücü yetmiyordu. Siyah öküzle kırmızı öküze gelerek şöyle dedi:
“–Bu ormanda bizi diğer
hayvanlara fark ettiren şu beyaz öküzdür. Çünkü onun rengi açık ve dikkat
çekici bir renktir. Onu yemem için bana bırakırsanız, orman hem benim hem de
sizin için daha güvenli bir yer olur.”
İki öküz:
“–Öyleyse, buyur, o
senindir” dediler.
Aslan da beyaz öküzü
bir güzel yedi. Çok geçmeden yine geldi. Kırmızı öküze:
“–Bu ormanda bizi diğer
hayvanlara fark ettiren şu siyah öküzdür. Çünkü onun rengi dikkat çekici bir
renktir. Benimle senin rengin ise öyle değil. Onu yememe müsaade edersen orman
bizim için daha emniyetli olur, orada birlikte yaşarız” dedi.
O da:
“–Buyur, ye!” dedi.
Aslan siyah öküzü yedi.
Bir müddet sonra aslan
kırmızı öküzün yanına gelip:
“–Seni yiyeceğim” dedi.
O da:
“–Öyleyse bana müsaade
et, üç defa nidâ edeyim” dedi.
Aslan:
“–Tamam, istediğini
söyle” dedi.
Kırmızı öküz yüksek bir
sesle şöyle nidâ etti:
“–Dikkat edin, ben
beyaz öküzün yendiği gün yendim! dedi ve bunu üç kere tekrar etti!” (İbn
Kesîr, el-Bidâye, VII, 183; Ali el-Müttakî, no: 36308)
Türkiye ve Müslümanlar
hedef tahtasında iken kardeşinin safında yer almak yerine düşmanın safında yer
tutmanın sonucu bellidir ve bir gün kırmızı öküz olduklarını
anlayacaklardır. İçimizde, dünyada ve Doğu Akdeniz’de olanlara bir de bu açıdan
bakın...
Evet, sadece inanmak yetmiyor, inandığının adamı olmak gerekiyor. Şöylede
diyebiliriz, asıl olan bir davaya ait olmak değil davasının adamı
olmaktır. Amel ve davamızdan tat almadığımızda tadımızın kacağını
bilmeliyiz.
Allah diyenin samimiyeti ve şükrü duanın kabulüne işarettir ve her nimet
bir külfetin karşılığıdır. Yani bir işin zahmeti ne kadar çoksa rahmeti de o
kadar çok olur.
Unutma başarının samimiyet, çalışma ve şükrün karşılığında Hakk’ın lütfu
olduğunu bilirsen ardından büyük bir zaferin geleceğini de bilirsin.
Türkiye için büyük zaferlerin yakın olduğunu biliyoruz...