Kim şiir okuyacak
Geçtiğimiz gün Urfa’da Halilürrahman’da mahşerî bir kalabalık vardı. Ailece makam-ı İbrahim’i ziyaret ettik. Cuma namazını Rızvaniye Camisinde kıldık. Hani Halilirrahman Gölü kenarında bir cami var. Osmanlı’nın bu şehre son armağanı…
Bir vakit bu caminin ön
safında namaz kılmış ve balıkları seyre dalmıştım. Bunu bir köşe yazısında dile
getirdiğim için duayen yazar Naci İpek üstadımız fakiri eleştirmişti. Naci İpek, meseleyi biraz daha ileri götürerek
namazımın sakıt olduğunu ve bir defa daha kılmam gerektiğini de dostlar
aracılığıyla bana haber vermişti. Duayen gazeteci-yazar –ilginçtir- bunu bir
deneme yarışmasında söylemişti. Doğrusu bu yarışma din-iman yarışması mıydı
yoksa nesir yarışması mıydı anlamış değilim. Ben ise o zamanlar yine şair İsmet
Özel’in Amentüsüne sığınarak şu mısralarla-sözlerle cevap vermiştim:
“İnsan, Eşref-i
mahlûkattır derdi babam./Bu sözün sözler arasında bir yeri vardır.”
O gün bugündür nesir
alanında hiçbir yarışmaya katılamamanım nedeni de bu olsa gerek.
Nesir alanındaki
talihsizliğimin bir benzerini de şiir alanında yaşamıştım. kısa adı ŞURKAV
tarafından düzenlenen Gazel Yazma Yarışmasına üç gazel ile başvurmuştum. O
zamanlar jüri başkanı Adil Saraç Hoca, birinciye, ikinciye ve üçüncüye layık
eser bulamadık, demişti. Vakıf, sadece mansiyon ödülü olarak bir kişiye ödül
vermişti. Yine o zamanlardan beri de şiir alanında hiçbir yarışmaya da katılmamıştım.
Bu katılmama kararında Türkiye Yazarlar Birliği Urfa Onursal başkanı Cuma
Ağaç’ın tepkisi de etkili olmuştu. Cuma Ağaç, o zamanlar fakir ve merhum S.
Ahmet Kaya için sizin gibi şair ve yazarların yarışmalara katılmasını tasvip
etmiyorum. Siz, neyi kanıtlamak istiyorsunuz. Zaten beynelminel şiir ve
yazılarınız var. Bırakın mahallî yazarlar kendilerini ispatlasınlar, demişti.
Tabi Adil Saraç Hoca da
şimdiye kadar hiç şiir yazmadığını kamuoyuna deklere etmiş bir edebiyatçı. Adil
Saraç, daha çok şiir üzerine kritik yapan ve ezberinde bin kadar şiir olan bir
hocamız. Çile kitabındaki bütün şiirleri ezbere bilen, Safahat’ın hafızı bir
duayen hocamız. Gerçi gizliden gizliye birkaç şiir yazdığını duymuş ve çok
sevdiği bazı kişilere bu şiirlerinden okuduğunu öğrenmiştim. Adil Saraç Hoca’yı
İran’da görev yaptığım dönemde İran Dil Kurumu başkanı Haddad Adil’e çok
benzetirim. İsim benzerliği mi değil. Haddad Adil, Fars Dil kurumu başkanı
olduktan sonra Farsçadaki Arapça kelimeleri çıkarmakla onların yerine Farsça
kelime türetmekle suçlanıyordu. Bu husus, daha doğrusu tartışma, İranlı
edebiyatçılar arasında şöyle bir espriyle karşılık buluyordu. Mademki Haddad
Adil Arapça kelimeleri Farsçadan çıkarıyor. Önce kendi adını düzeltsin. Çünkü
Haddad, Arapçada “demirci” demek, Adil de “yargıç” anlamında olduğu için bunun
Farsçası ”Ahenger-i Dadguster” olarak değiştirilmesi gerekir, demişlerdi.
Ahenger, Farsçada demirci, Daduster ise yargıç anlamındadır.
Cuma Ağaç üstadımız için
de geçtiğimiz hafta Edebiyat fakültesinin en eski öğrencilerinden Muhammed
Hamidullah, Ali Nihad Tarlan ve Abdülkadir Karahan gibi hocalardan ders alan
Yusuf Demirkol hocamızın ilginç bir tespiti vardı. Şöyle diyordu Yusuf Demirkol
Hocamız, Cuma Ağaç’ın Şair Nabi’ye yazdığı naziresini okudum. Şayet o şiir
vadisinde devam etseydi ve istikrarlı olsaydı. Şair Nabi’den sonra ikinci bir
Şair Nabi doğardı, demişti. Biz de şimdiye kadar Cuma Ağaç üstadımızın bu
naziresine şahit olduk. Şiirlerine tesadüf etmedik.
Son sözüm Gazi
Meclisimizin gazi bakanı, Adalet Bakanımız Sayın Bekir Bozdağ için olacak.
Kıymetli bakanımız Urfa'ya teşrif ettiler. Urfa’dan milletvekili seçildiler.
Tebrik ederim evvela. Urfalıların diliyle… Sayın Bozdağ, Urfa'ya gelen ilk
yabancı vekil değil, Ama Urfa’ya da yabancı değil aslında. Mel’un darbe
girişimi karşısında gazi meclisimizi çalıştırıp, milletvekillerimize milli duruş
konusunda heyecan veren, cesaret veren, gerekirse şehit oluruz mesajını veren
kıymetli bakanımıza Urfa’lıların verdiği cevap “başımızın üzerinde yeriniz
vardır”. Kürtçe “Ser sera ser çava” ve Arapça Ala ra’s vel ayn” mesajlarıydı.
Biz, sözü edebiyat ve
şiir adına yola koyacağımız için şunları söylemekte fayda görüyorum ve
göreceğiz inşallah.
Urfa’dan vekil seçilen
ve Urfalı olmayan vekiller-siyasilerimiz şunlar. Yahya Kemal, Ahmet Kutsi Tecer
ve daha sonra belediye başkanı olarak Celalettin Güvenç, yine bakan olarak
Faruk Çelik... İlk mecliste Yahya Kemal Urfa'dan vekil seçilmiş ama Urfa'ya hiç
gelmemişti. Yahya Kemal’e Urfa, nerede diye bir soru sorulsaydı o, yine Üsküp'ün bir kasabası olarak da cevap
verebilirdi. Neden diyeceksiniz açıklayayım.
Üsküp yakınlarında
Edessa adlı bir kasaba var. O kasabayı büyük İskender in bir komutanı Selevkos
kurmuştu. Sonra Büyük İskender doğu seferine çıkınca yol üzerinde bütün
şehirleri aldığı gibi Urfa'yı da almıştı. Selevkos, Urfa'yı alır almaz
şehirdeki yerli halk Asurlularla Keldanilere ne yaptı bilmiyoruz ama
Asurcada Urhay olan şehrin ismini Edessa olarak çevirmişti. Yani Yahya
Kemal’in kasabasının ismi Urfa’ya verilmişti. Sonuç Yahya Kemal, hiç Urfa’ya
gelmemişti.
Bir sonraki dönemde
Ahmet Kutsi Tecer Urfa’dan milletvekili seçilmişti. Tecer, seçilir seçilmez
Urfa’ya gelir. Halilürrahman Gölü kenarında oturur. Muhtemelen otuduğu yer
Rızvaniye Camisidir. Ve kalemi eline alarak şu şiiri yazar. Şiirin bir kısmı
paylaşıyorum.
“Bir gece Urfa’da
Halilürrahman’da / Suda ay doğduğu garip zamanda
İçimde hicranlı bir
bülbül sesi/Altımda seccade bir gül bahçesi
Üstümde yıldızlar önümde
havuz/ Pırıl pırıl bir aşk gecesi temmuz
Orada sularla baş başa
kaldım/Asırlar boyunca hülyaya daldım.”