Kim Kazandı?
Astana süreciyle, Suriye’de ki çatışmalara
ara verilmişti. Verilen bu ara sayesinde, Esed Rejimine kendi halkıyla
barışması için bir imkân sunulmuştu. Rejim ise Rusya ve İran’ın SAHADAKİ
GÜCÜNDEN olsa gerek, fırsatları hep elinin tersiyle itmeyi seçti. Derken Sn.
Cumhurbaşkanımızın, Suriye’de yaklaşan süreci öngörerek başlattığı inisiyatifin
de görmezden gelinmesiyle, Esed kendi sonunu
hazırlamış oldu. Artık ortada ne Esed kaldı, ne BAAS Rejimi, nede İran’ın “Şİİ
HİLALİ” projesi. Kalan harabeye dönen kadim Suriye şehirleri ve toparlanma
umudu taşıyan koca bir Suriye halkıydı. Fakat 13 yıl süren sıkıntıların, 13
günde bitirilmesi, herkesin kafasında tereddütler oluşturdu doğal olarak.
Özellikle İran tarafından yayılan, “Muhaliflerin ABD ve İsrail destekli
ilerlediği” algısı da buna tuz biber ekti. Hâlbuki ki İran’ın hırpalandığı,
Lübnan’da ateşkes ilan eden İsrail’in dikkatinin dağıldığı, Esed’in yeni
direktifler almak için Moskova’ya gittiği, ABD’nin asker çekmeyi konuştuğu, Ukrayna’da
mesaisini harcayan Rusya’nın yorulduğu ve askerlerinin çoğunu Ukrayna’ya
çektiği gibi de bir gerçek vardı sahada. Yani bugüne dek İran ve Rusya’nın operasyonel
gücüyle iş tutan Rejime, tamda BU GÜCÜ YİTİRDİĞİ bir demde ŞAH ÇEKİLMİŞTİ.
Sonucunda da Esed ve ittifakları, ağzını gözünü açıncaya kadar “MAT” olmaktan
kurtulamadılar.
Bu minvalde düşünüldüğüne “Muhaliflerin
arasında, hiç mi faklı zihniyette grup yok” diye sorular gelmesi gayet normal.
Nitekim Muhaliflerin BASKIN GÜCÜ her ne kadar Türkiye destekli SMO olsa da, onlarca
grubun varlığı da kesinlikle yadsınamaz. O yüzden resmin büyüğüne odaklanmak
suretiyle, TEDBİRLİ davranmakta yarar var. Zira muhaliflerin içerisinde şayet
art niyetliler varsa, ilerleyen günlerde kendilerini bir biçimde açık etmeleri
kuvvetle muhtemel. Ama Suriye’deki bu karmaşada PKK/YPG, DEAŞ ve diğer terör
örgütleri gibi, İsrail’in de palazlanmaya çabalayacağı kesin. Buna karşın
oluyorsa BM tabanlı, olmuyorsa Türkiye, Mısır, Suud gibi ülkelerden oluşan bir “BARIŞ
GÜCÜNÜN”, ivedi Suriye’de görevlendirilmesi tüm oyun bozacaktır. Bu
perspektifte Muhalefetin olası her türlü fitneye karşı hazırlıklı davranarak, bütün
etnik grupları bir şemsiye altında toplamaya koyulması da çok önemli.
Sonrasında yeni anayasa çalışmalarına hız vermesi ve yeniden inşa sürecini
tesis etmesiyse elzem. Ancak bu noktada Muhaliflerin PKK/YPG’ye tavrının, çok BELİRLEYİCİ
OLACAĞI şüphe kaldırmaz. Neticede hala PKK/YPG’den temizlenmemiş bölgeler
olduğu net. Bunu diyalogla mı yahut savaşarak mı yaparlar, bu onların takdiri. Lakin
her iki ihtimalde de Devletimizin Ayn El-Arap, Haseke ve Kamışlı’nın, bu
haliyle kalmasına asla RIZA GÖSTERMEYECEĞİNİ şimdiden söyleyebiliriz.
Hülasa artık Suriye halkı için,
ülkelerinin geleceğini belirleyecekleri YENİ BİR DÖNEM olduğu muhakkak. Bunun
ise en az savaşmak kadar, ZOR GEÇEĞİ tartışılmaz konuma sahip. Tabi en zor
zamanlarında kendilerine her türlü desteği esirgemeyen, TÜRKİYE gibi bir komşuları
varken şansları oldukça yüksek. O nedenle birileri TAKOZ olmak istese de, ileriki
dönem Suriye ve bölgenin “TÜRK PATENTLİ” gelişmesine şaşırmamak gerekir. Kaldı
ki Muhaliflerden gelen açıklamalar, bu intibaı fazlasıyla veriyor. Sadece Muhalifler de değil. Bu açıdan ülkemizdeki
sığınmacılardan 19 yaşındaki MUSTAFA’nın sözlerini, veri olarak kabul
edebiliriz aslında. Keza Mustafa’nın; “artık bitti, dönüyoruz Allah’ın izniyle
en yakın zamanda. Türklerde çok iyiydi. Hepinizi özleyeceğiz. Türkiye'yi özleyeceğim.
Aramızda dostluk bağı kalır, gelir ziyaret ederseniz. Bizde sizleri misafir
ederiz. O yüzden hepinize çok teşekkür ediyoruz. Bazı sorunlar oldu ama çok
mutluyuz. Siz bize güzel karşılama yaptınız. Hatalarımız da oldu. Tüm Suriyeler
adına ben özür diliyorum” sözleri öylece geçiştirilemez. Çünkü kazananın yalnızca
Suriye olmadığı, TÜRKİYE ve TÜRK MİLLETİ’nin de KAZANDIĞI başka nasıl ifade
edilebilir ki?