Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.82
Gram Altın
2977.26
BIST 100
9724.97
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Kasım 2020

Kim bize isim verir, biz mi?

İsmi nereden, kimlerden alırız?

Kim bize isim verir? Biz mi?

Hayır; henüz ağlamaktan başka hiçbir ses çıkaramazken buna gücümüz yetmez. Keşke yetseydi kendime şu veya bu ismi koyardım demeyin. İsim koymak öyle kolay bir şey değil. Bir insan henüz hiçbir şeyi bilmiyorken ismini nasıl koyacaktı? Ya da şöyle diyelim. Bir insancık, henüz pek çok şeyi bildiğini bile bilmiyorken bunu nasıl yapacaktı.

Biraz yaşam deneyimi olmalı ki ona öğretilmiş ham tabloyu hatırlasın ve bir kayığın sessizce denize yürümesi, akışa sokulması gibi yepyeni hafıza yüküyle beraber hayata insin.

Ama endişelenmeyin. Aslında ismimizi yine biz koyarız. Biz, yani içinde biz olduğumuz toplumumuz. Bizim büyüklerimiz, bizi biz yapanlarımız koyar. Birlikte biz olacağımız kıymetli kişiler… Yakınlarımız. O kadarıyla var oluşumuzda emeği geçenlerimiz…

Sonrasında isim konusunda söylenecek ilk şey şu: İnsan çevresel şartların kaynadığı, oluştuğu içinde yaşadığı coğrafyadan, kültürden, yaşam geleneğinden isim alır. Bunu gösterir bir tablo olarak mesela başlangıçtaki Türk isimlerine baktığımızda en çok yırtıcı hayvan, kuş ve dışardan gelecek birtakım etkilere mukavemeti olan unsurların isim olarak konduğunu görürüz. Arslan, Şahin, Doğan gibi isimler başta olmak üzere, demir anlamına gelen Timur, Gökhan ve Kaya gibi isimler vardır.

Bu durumu güncelleseydik ne olurdu diye düşünüyorum da; günümüzde var edilmiş dış etkileri göz önüne getirdiğimde bambaşka isimler geliyor aklıma. Öyle bir zaman tüneli değil de, öyle bir zaman dehlizine düştük ki; insanın mukavemet edeceği dış etkiler ormandan beriye şehre geleli epey çok olduğu halde, yine aynı yırtıcılığı ve güçlülüğü istiyor. Şehirde de insan aslan, kaplan filan gibi olmak zorunda bırakılıyor adeta. Gerçi en çok kurt olmak seçiliyor. İnsan insanın kuzusu değildir artık deniliyor, kurdudur.

Ceylan ismini koymaktan çok korkuttuk birbirimizi. Öyle ya?!

İç etkilere karşı mukavemet içeren isimleri ise hiç konu edinmeyeceğim. Kendi heva ve hevesine, önü alınmaz, sonu gelmez hazlarına karşı koyamayan, canavarlaşan insan yapısına bir isim bulmakta güçlük çekeceğimiz kesin. Kendisiyle yenişen ve iç barışını güçlülükle imzalayan bir insan ismine, dahası var olmasına ne çok ihtiyacımız var!

Fakat ne de masumdur insan, sen, ben; doğduğu/muz zaman. Ah yazık! Küçük, cici şey!

Ne de masum kalmıştır; olduğu, olgunlaşmaya çalıştığı zaman… Büyük insan! Ne üst, ne alt; adı üstünde insan!

Hiç de masum değildir artık; olmadığı, olmaya çalışmadığı zaman… Olumsuz insan, alt insan olduğu zaman! Hiç büyümemiş, olmamış çiğlik!

Yeniden isim koyma tarihine baktığımızda, eski bizde konulan adların tek bir defada değil, çocukluk ve gençlikte ayrı ayrı olmak üzere iki defada konuluyor olması en ilginç ve bizi şaşırtan yanı. Bu da insanın bir yetişkin oluncaya, hayata tek başına yetişecek hale gelinceye kadarki sürecini ne güzel özetliyor. Amatörlüğün ve profesyonelliğin, samimi heyecanın ve ciddi emeğin hayattaki ne önemli duraklar, tetiklenmeler olduğunu… Varoluş sürecinde dönemsel var oluş noktaları olduğunu da…

Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi eski bizde doğumun hemen ardından çocuğa ad verilmez, aşağı yukarı bir yaşına girdikten sonra, adına toy denilen büyük bir şölen kurulurdu. İşin en önemli yanı da bu şölene katılanların en yaşlı olanı isim koyma işini üstlenir ve yönetirdi.

İsmi ile hem hal olmak işi kolaylanmış olurdu. Neden mi? Çünkü önce hâl olurdu. Önce o çocuğun haline bakılırdı. Vaktince ne yapacak olduğuna… Sonra haline göre bir isim, bir adlandırma yapılırdı. Gençlik çağında verilen adlar, gösterilen özel bir hayat atağı, bir aktivite, bir kahramanlıktan sonra, bir toy, bir şölenle beraber o vaktin ileri gelen şahsiyetleri, yani bir bakıma ismi ile hem hal olmuş insanlar tarafından verilirdi.

Bu adet günümüzde olsa bu kaçıncı “level” olurdu bilemiyorum. E-spor’a mı sorsak? İnternet oyunlarında enn başarılı olan bir evladımıza ne isim koyacak olduğumuzu… Kurulsun toylar ve en tecrübesizimiz gelsin!

Yani isim eskiden bir var oluş belirtisi ile hak edilen, konulan bir şeydi. Doğmak isim almak için yeterli değildi. Doğan geçici isim alıyor, bir şey olan ise olduğu şey üzerinden kalıcı ismini alabiliyordu. Dolayısıyla isim hakikaten bir var oluşun, ilk var oluşun temsili oluyordu.

Mesela İslam öncesi Arap toplumlarında ilk erkek çocuğuna bağlı olarak baba olduğunu belirten bir künye oluşturuluyordu. O şahsın kimin-kimlerin çocuğu olduğunu gösteren bir nesebi, doğduğu, yaşadığı yeri veya mezhebini ifade eden bir nisbesi, bazan da mesleğini açıklayarak şahsın daha iyi tanınmasını sağlayan lakabı olurdu.

Kimi toplumlarda ise isim neredeyse veciz ve her an yanında taşınan bir cv gibi işlem görüyordu. Mesela bir çocuğun ismini öğrendiğimizde aynı zamanda babasının, sülalesinin kim olduğu, köyünün, dininin ne olduğu filan anlaşılacak kadar olabiliyor. Cemaati, kulübü, işi gücü de sığdırabilen isim koyma adetleri var mıdır, bilmiyoruz. Fakat kimlik denilen şey böyle böyle ince sözlü olarak oluşuma girmiş olmalı…