Dolar (USD)
34.92
Euro (EUR)
36.39
Gram Altın
2942.93
BIST 100
10025.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Kim Alevi değildir?

Vaktaki Allah (CC) hazretleri Habib-i Ekremini murat itti. O zaman bu Aleviliği ona ilham itti. İstedi ki Habibinin o pak ruhundan Âlî bir beyt takdir edilsin. Bu beytin devamını da Fatımatüzzehra ile Aliyülmurtaza yüklensin. Bu meyanda da Haydar-ı Kerrar birlerin birine yerleşsin.

Öyle de oldu. Aliyülmurtaza ilk Müslüman çocuk oldu. Ömrünün en mümtaz yılları da Resulullahın davası ile nurlandı. Bu kamil terbiyenin baş terbiyecisi de efendimiz oldu. Ömrü onun nurlarıyla doldu. Her Peygamberin nesli kendinden devam ederken efendimizin Âl-i beyti Hz. Ali’den devam etti ve iki cihandaki en ağır yük Aleviliğe yüklendi.

Yük ağır, ömür kısa, yapılacak iş çok ancak omuzlar cılız, tul-i emel fazla ve yapacak kişi azdı.

Efendimizden sonra bu vazifeyi çihâr yâr-i güzîn efendilerimiz bihakkın yerine getirdiler. Ruhunda kibir ile beraber hırs ve haset bulunanlar bunlara muhalefet etmeye başladılar. Hazreti Ebubekir ve Ömer Efendilerimiz zamanında çok fazla baş gösteremediler. Kader de buna müsaade etmedi.

Dini otoritenin yavaş yavaş siyasi otoritenin tesiri altına girmeye başlamasına müteakip Hazreti Osman ve Ali Efendimiz zamanında bu kibir-hırs-haset duygusu daha fazla baş göstermeye başladı. Ama onlar da Âl-i İmrân 31’deki “De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin” emrin zerre kadar şümulü dışına çıkmadılar. Ve hilafetlerini şehadetleriyle Allah’a arz ettiler. Davalarını Peygamberimizin torunları Hazreti Hasan ve Hüseyin Efendilerimize devrettiler.

Hazreti Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz de omuzlarına aldıkları bu mukaddes yükü hayatları pahasına da olsa devam ettirmek için Allah’a söz verdiler. Bütün hayatlarını Âl-i İmrân 31 ve Veda hutbesindeki “Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Birisi Allah’ın kitabı diğeri ehl-i beytimdiremre verdiler.

Yol çetin, Müslümanlar ihtilafta ve zihinler de karmaşık bir durumdaydı. Müslümanların akılları ne yazık ki imanlarının önüne geçme meylindeydi. Tek mihenk olan Kur an-ı Kerim ve Peygamberin sünneti ile oluşan dini otorite sarsılmaya ve siyasi otorite de güçlenmeye başlamıştı aleni bir şekilde. Bunu açıkça hisseden Hazreti Hasan Efendimiz hilafetini yarıda bırakarak fitneden uzaklaşıp yalnızlığa çekildi. Nübüvvetten sonra hilafet devrinin de kapandığını bildi. Artık bir saltanat devrinin hükümferma olacağını ve Kur an-ı Kerim ve Peygamberin sünnetinin gölgede kalacağını anladı. Bu elem ve ıstırapla ve sadece Allah’a itimatla yaşayıp vefat etti. Elem dolu bir kalp ve hayal kırıklığı dolu bir hayatla Allah’ın kapısını çaldı.

Hazreti Hüseyin Efendimiz ise Abisi gibi yapmadı. Siyasi otoritenin dini otoriteyi hükmü altına almasına müsaade etmeyeceğine yemin içti. Allah’a itaat ve peygamber efendimize ittiba etmeyi ve onların davasına halel getiren siyasi otoriteye daha doğrusu oluşan saltanatın debdebesine karşı durmayı bir vazife addetti.

Dedesinin Mekke devrindeki gibi kendine inanan bir avuç Müslüman ile yola düştü. Ve kendine biat edeceklerini söyleyen Küfe halkına ulaşmak için de heyecanlıydı. Ama bir peygamber torunu ve dini otoritenin savunucusu olarak da siyasi otoritenin yapacağı ayak oyunlarından habersiz gibiydi. Adalet-i mahzayı tekrar hakim kılacağım diye düştüğü yollarda Allah’a hep yalvarmıştı. Bilhassa Kur an-ı Kerim ve Peygamberin sünnetini tekrar hakim kılmak için muzaffer olmak istemişti

Bu bir avuç imanlı muttakilerle, istila edilen Harem-i şerifi saltanatın ve siyasi otoritenin tasallutundan kurtaracaktı. Hazreti Hüseyin Efendimizin imanı o kadar kavi ameli o kadar salih ve takvası o kadar ileri düzeydeydi ki bu emeline ulaşacağına bir an bile tereddüt etmedi.

Ve o mübarek ailesiyle Kerbela’ya geldi. Beklenmedik bir şekilde I. Yezid’in talimatı Basra valisinin emriyle Kerbela’da Ömer bin Sad bin Ebi Vakkas komutasındaki orduyla karşılaştı. Etrafındakilerle beraber ailesinin neredeyse tamamı şehit edildi. Hazreti Hüseyin Efendimizin şehadeti ise elim bir haldi. Ve peygamber efendimizin elli sene önce Hüseyin, Taff, yani Kerbela’da katledilecektir diye haber verdiği bu elim hadise vuku buldu. Kur an-ı Kerim ve Peygamberin sünneti çizgisinde olan herkesin kıyamete kadar yüreğinde kor bir ateş gibi yanacak olan bir yara açıldı. Ve her Hazreti Hüseyin bahsi geçince önce yürekler dağlandı sonra gözler iki çeşme olarak akmaya başladı.

Evet Hazreti Hüseyin efendimizin bu elim katline;

Merhametsiz siyasetin hükümet ve asayiş için her zulmü meşru kılması

Unsuriyet ve milliyetin saltanatının devamı için her şeyi feda etmeyi meşrulaştırması

Emevilerin Haşimilere karşı şefkatsiz zulüm ve acımasızlıklarının yol açtığı ve daha fazla sebebin olduğu söylenebilir.

Kader noktasından bakıldığında ise çok farklı görülebilir. Örneğin Hazreti Hasan Efendimiz fitneye yol açmak istemediği için bütün hüznünü içine gömerek yalnızlığa çekildi. Kur an-ı Kerim ve Peygamberin sünneti ışığında dini yaşamaya devam etti ve öylece şehit oldu. Hazreti Hüseyin Efendimiz ise aslanlar gibi meydana çıktı. Hayatını hiçe sayarak bütün zulümlere de katlanarak Kerbela meydanında olan insanlara dedesinin veda hutbesindeki Şahid ol Yarab! Şahid ol yarab! Şahid ol yarab! nidasını hatırlatıp davası olan Kur an-ı Kerim ve Peygamberin sünnetinden asla taviz vermeyeceğini ilan etti.

Kısacık dünya hayatları sefalet ve elemle bitmişti belki. Ama Allah onlara kıyamete kadar devam edecek bir manevi saltanatı ihsan etti. Ben müminim diyen herkesi Alevilik ile şerefyab etti.

Âl-i beytin bu kutsal davasında yaşanan onca acı ve katlin telafisinin ancak ve ancak o elim şehadetle geride bırakılan Kur an-ı Kerim ve Peygamberin sünnetine ittiba olduğunu Müslümanım diyen herkese miras bıraktılar.

Hazreti Hasan ve Hüseyin Efendilerimizi çok seviyoruz. Hem de Âl-i İmrân 31’deki “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” gibi seviyoruz.

Onları çok seviyoruz. Çünkü onların davası bu ayetin girişindeki Kur an-ı Kerim ve Peygamberin sünnetine uyma emri olan Efendimize tabi olmaktır.

Onlar için değil kendimiz için çok ağlıyoruz. Çünkü Allah’ın bizi sevmesi ve Kerbela’daki bu elim günahımızı bağışlaması da ancak Hazreti Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin davalarına uymakla olacağı ayette belirtilmektedir.

Madem Hazreti Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz Kur an-ı Kerim ve Peygamberin sünnetine uymak için bunca zulme ve gadre katlandılar. Muharremdeki en büyük hürmeti her halleriyle hak ettiler.

O zaman Hasanî ve Hüseynî mirasa sahip çıkarsak belki affediliriz.

Yüreğimizdeki derin yaradan çıkan ahlar ve gözlerimizden akan kanlı yaşlar bu sene de Hazreti Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin başına gelen elim hadiselerin ateşini söndürmek içindir.

Hasanî ve Hüseynî himmete ihtiyacını bilen hakiki Aleviler olmak ümidiyle...