Kıbrıs politikasında değişimin dili
8
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bayram mesajında yüzünden okunan
yorgunluğunu kaleme alan Fatih Altaylı’nın eleştirisi İletişim Başkanı
Fahrettin Altun tarafından sert bir tepki ile karşılandı.
Aynı zamanda Sayın Altun’a bağlı TRT’de yapılan değişiklik
ile ABD’li Cherst Foundation’ın Türkiye’de fonladığı basın yayın organlarına 5.
kol faaliyeti tanımlaması yapılması bir haftada yaşanan yoğun gündemin bir
özeti gibiydi.
Recep Tayyip Erdoğan’ın aksiyon almadaki hızına devlet
kurumlarıyla AK Parti teşkilatlarının yetişmesi zaman zaman yavaş olabiliyor.
Cumhurbaşkanı’nın Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile iyice
artan mesaisini takip edip analiz eden gazeteci meslektaşlarımın da icracı
konumda yer alan kamu görevlilerinin de işi zor.
Üstelik bir de birbirinden fazla yoğunluktaki sürecin aynı
anda yürütülmesi işlerin daha da zor hâle gelmesine neden oluyor.
Sayın Fahrettin Altun birçok eleştiriye rağmen hem İletişim
Başkanlığını taşımaya hem Türkiye’nin uluslararası arenada attığı adımları
hakkıyla duyurmaya hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hızına yetişmeye çalışıyor.
Cumhurbaşkanlığında bu işe adanmış büyük bir ekip var.
Ekibin işi zor, gazetecilerin de bin bir imkânsızlıkla
süreci takip etmeye çalışması zor ki ne zor...
Bazılarının “ne bu telaşe” hayıflanmalarıyla şu önermede
bulunması böyle durumlarda hep aklıma geliyor:
“Keşke Türkiye’nin tarihi çok az olsaydı. Keşke Türkiye’nin
etkinlik alanı yavaş hareket etmeye müsait olsaydı. Keşke Türkiye’nin İslâm
coğrafyası ile ve Türk coğrafyası ile teması olmasaydı. Keşte Türkiye Norveç
gibi olsaydı. O zaman hiçbirimiz bu kadar yorulmak zorunda kalmazdık.”
Buram buram tembellik kokan bu ifade Büyük Türkiye’yi
anlamaktan epey uzak...
Çünkü Türkiye’nin ürettiği politikaya kafa yormaya çalışıp
doğru yorumları ve analizleri gündeme getirmek oldukça çok zor.
Onun yerine çalakalem yazılarla işinden gücünden dolayı gündemi
takip edemeyen vatandaşın bir anlık “adam haklı yahu” düşüncesine oynamak daha
kolay.
Tabii dönem dönem ilgili kurumların medyayı enforme etme
konusunda gösterdiği çekingenliğinde süreçte payı var.
Bakınız mesela...
Kurban Bayramı telaşesinde devletimiz bir yandan Rize’deki
sel felaketinin yaralarının sarmaya çalışırken bir yandan Afganistan’daki
gelişmelere bir yandan da Kıbrıs’taki büyük mesaja odaklanmaya çalıştı.
Kıbrıs’ta kurulacak yeni düzenin deklare edilme şekli “müjde”
beklentileriyle pek örtüşmese de aslında çok büyük bir diplomatik hareketin ve
arka plan çalışmasının sonucu açıklandı.
47 yıldır aynı tonda sürdürülen barış arayışı görüşmelerinin
Mont Pelerin’de Mustafa Akıncı ile birlikte sonlandırılması ada halkının KKTC
Cumhurbaşkanlığına Ersin Tatar’ı getirmesiyle kendisini göstermişti.
İngiltere ve Yunanistan gibi adanın 1960 anlaşmasına göre garantör
devletlerinden biri olan Türkiye’nin ada halkının isteklerine uygun olarak
politika değişikliğine gitmesi ilk önce Brüksel’de Birleşmiş Milletler’in 5’li
toplantısı ile gündeme geldi.
Yıllarca federasyon yönetimini bile kabul etmediğini Annan
Planı’na verdiği oyla ortaya koyan GKRY’nin uzlaşmaz tavrına karşı tek çözümü
sunan GKRY’nin yedinci Cumhurbaşkanı Nikol Anastasiadis, Mont Pelerin’deki
görüşmelerde iki devletli çözümden başka bir yol olmadığını itiraf etmesini
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun satır arasında yaptığı açıklamalarda takip
etmiştim.
Sürecin tam da Anastasiadis’in deklerasyonu üzerinde yürümesi
Kıbrıs Türkleri’nin de ortak devletten vazgeçmesini beraberinde getirdi ve
artık bağımsız bir devlet olarak varlık gösterilmesi tercihinde bulunmasını
sağladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kapalı Maraş’ın sahilinin
açılmasından sonra kalan yüzde 3,5’luk kısmının açılacağı mesajı ile “Kıbrıs
Türk Devleti” vurgusuyla devletin isminin değiştirileceğine yaptığı atıf adeta
adadaki dönüşümü safha safha gösteren bir yol haritası gibi...
Bazı muhatapların arayarak yapılacak açıklamada itidalli
olunması ve yeni bir krize davetiye çıkarılmaması mesajlarını Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın kamuoyuna ifşa etmesi Kıbrıs sürecinde KKTC’nin bilgisi dışında
hiçbir gizli gündem belirlenmediğini gösteriyor.
Kıbrıs’ta başlayacak dönüşüm artık yeni bir anayasa ile halkın onayına sunulacak ve tıpkı Annan Planı’nın referandumunda olduğu gibi halkın görüşü açıkça kamuoyuna deklare edilerek devam edecektir.