Kibirle ata binenler!
Oligarşik
bir yapı ve grup var. Sürekli bir şekilde siyasetten
kullandıkları, klasik, kulağa hoş gelen ve bir o kadar da tehlikeli bir deyim
var : “Bölgenin dengeleri.” Hâlbuki adamcılığın, akrabacılığın,
nepotizmin yegâne sihirli ve zehirli döşeme taşıdır bu deyim.
Başkan
Erdoğan’ın etrafına bariyer, barikat ve çember
kuranlar var. Sesini ve itirazlarını başkana iletebilene, bariyer ve barikatları
eli tutulmadan tek başına geçebilene, sorun ve çözümlerini ulaştırabilene,
çemberlerden sırıkla dahi olsa atlayabilene aşk ve helal olsun!
Sorunu eğer
sorunun kaynağından öğrenip, onun kanalıyla çözmeye çalışırsanız zaten “hiç
sorun yoklarla” karşılaşır ve yanlış yöne sevk edilirsiniz. Yok, eğer
sorunu ve çözümü sahadaki objektif, samimi ve ihlâslı dava adamlarından öğrenmeye
çalışırsanız “çok sorunlu ama çözüm yollu” hakikatlerle karşılaşırsınız.
***
Bakıyorsunuz
bazı siyasetçilere veya dışarıdan gelen kimi bakan ve üst düzey
bürokratlara, “bir iki lüks cadde, kebap ve künefe, şaşalı bulvar gezmeleri…
Bu şekilde halkın içine inilmiş olunmuyor, AK Parti’nin oy aldığı hedef kitlesine ulaşılmıyor. Hep
zengin düğünleri, hep zengin cenazeleri…
Erdoğan, İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkan adayı olduğu
zamanlarda ne demişti: “Devletin pek uğramadığı en fakir
mahallelere girin, yer sofralarına oturun, en dışlananı, en mazlumu ve en mağduru
bulun, bulun ki aynada hak ve hakikatleri görün. Kim nerede yanlış yapıyor,
seçmen neye tepki veriyor ilk ağızdan duyun!”
Erdoğan,
suyu dert ediniyordu, yolu dert ediniyordu, çöpü
dert ediniyordu, yeşili, hava kirliliğini, çocukları, yaşlıları, özürlüleri,
fakir ve mazlumları; hülasa şehre ve insana dair hemen her şeyi dert
ediniyordu. Bunları dert edinmiş uzmanlarla çalışıyordu.
Geçmiş
birçok yazımı ve değerlendirmemi devletin birçok üst
kademesinde referans olarak kullandığını şahsıma bizzat ifade etmiş değerli bir
Emniyet Genel Müdür Yardımcısı abimiz, dostumuz vardı : “Zeki ÇATALKAYA”. Allah
selamet versin, kendisi emekli şu an. Meramımı kısaca izah edecek çok güzel bir yaşanmışlığını
bana anlatmıştı bir makam ziyaretimde. Onun ağzından aynen yazıyorum:
“Emniyet
Müdürü olarak ilk görev yerim Van il Emniyet Müdürlüğü
olmuştu. O dönemler çok gençtim ve çok azimliydim. Belli bir süre sonra
arkadaşlara talimat verdim. “Beni Van’ın en dışlanmış, en sıkıntılı ve en
riskli mahallesine götürün” diye.
Önce “güvenlik
açısından sıkıntı olur müdürüm, risk büyük, terör örgütü
orada faal” diye itirazlarda bulundu arkadaşlar. Ben emri verdim,
makul güvenliği aldım ve yola çıktım. Vardık bir kahveye, halk orada toplanmış
ve bizi bekliyor.
Çay,
sohbet derken “değerli vatandaşlarım, devlet ayağınıza gelmiş, sizi sormaya,
sorun ve sıkıntılarınızı çözmeye gelmiş. Var mı bir emriniz,
isteğiniz? diye sordum.
Oradan
yaşlı bir amca ayağa kalkarak sözü aldı : “değerli müdürüm başımız-
gözümüz üzerine geldiniz. Sırf bizi sormak için üşenmeden buraya kadar
geldiniz. Allah sizden razı olsun, hiçbir isteğimiz yoktur, bizi sormanız bile
yeter. Çünkü bugüne kadar devlet bizim mahalleye bizi sormak için hiç gelmedi,
halimizi görmedi, bize sahip çıkmadı. Şimdiye kadar ya evlerimizi arama yapmak
için ya da bizleri gözaltına almak için mahallemize geldi” diye sitem
edince anladım ki sorun vatandaşta değil sorun vatandaşın halini sormayan,
vatandaşı terörün ve yoksulluğun insafına bırakan, sahip çıkmayan devlet aklındadır.
Akabinde
il valisine çıktım, durumu ve gördüklerimi anlattım. Önce kendisi
de “müdürüm güvenlik, sorun, asayiş ve risk” gibi gerekçelerle gitmek
istemediğini söyledi. Epey uğraştım, neyse onu da razı attım. Uygun bir
zamanda, uygun bir ortamda vali önde, ben arkada yine o mahalleye gittik.”
Evet, bu çok anlamlı anıyı daha önce de kaleme aldım, defalarca toplantı ve ortamlarda anlatmışlığım var. Ancak bakıyorum halktan emaneti almış bazı bürokrat ve siyasetçiler, halkla arasına ciddi bir mesafe koyuyor, tevazuyu hep unutuyor. İnsanların elini tutarken, kibrinden yüzüne değil havadaki buluta bakıyor, karşısındakiler sanki ona oy verenler değil köleleri, emir erleri... Şunu asla kimse unutmasın! “Kibirle ata binen, eve yayan gidermiş!”