'Kesemez ki bıçak kıldan ince bir boynu'
Ne zaman kutlu günlerden geçecek olsak, o günlere sağ salim eriştiğimize sevinecek olsak kulak ayarlarımızla oynamamız da şart oluyor. Çünkü, en popüler olanından hiç olmayanına kadar söz sahibi olduğuna inanan bir çok kişi kutlu ve hayatu00ee konularda bitmeyen tartışmalarla, akıp gidecek olan yaşamın yoluna taş koyuyor ve duyum eşiğimizi zorluyor.
Kabul edelim ki sevilmemiş bir çağdan geçtik, geçiyoruz. Bu fenalık; küresel, emperyal güçlerin birbirini tetikleyen entrika ve zulümleriyle büyük yıkımlar halinde gerçekleşiyor. Altında kalan masum insanlığımız. İşte daha birbirimizin yaşam hakkına saygı duymayı öğrenememişken, bir parça huzurlu topraklarda yaşanan bu tip tartışmalar, zaten elimizde kor gibi tutmaya çalıştığımız barışı zedeliyor.
Böylesi yıkıntılar arasında yazı başında bahsettiğim tutumlar tahammül sınırımızı çok zorluyor. Düşünün. Bütün gezegen sarsılıyor. Birileri de geliyor kocaman dozerleri ile sükuneti bir parça yudumlayacağımız zamanlarda tutunduğumuz kadim eserler üzerinde kaba saba kazılar yapıyor. Temellerimizin onların özüne yabancılaştığımız için bize küstüğünün farkındayız ve hikmet ehlinden bir hoşlukla iyi kötü dolmaya çalışıyoruz fakat bir yandan onlara tutunmak zorunda olduğumuz açık. Tıpkı Yeni Cami'nin duvarlarına tutunan güvercinler gibi. Nazik, ketum, saklı, utangaç veya tüyleri kabarık ve arsızca farketmez. Fakat o din işte, yaşamın özü, şekli, sanatı. Usulü, uslu00fbbu. Yaşanacak illa bir yolunu bulup...
Yerli yersiz ve çözüm odaklı olmayan tartışmalarla dini, hayatı ve bayramı zehir edenler var. Temellerimizi usulsüz yıkanlar ve kaçak din, hayat bina edenler... Anlamlı ve özlü bir din adına şekli ve vazgeçilmez kalıpları tepkisel bir şiddetle yıkan kurular yanında muhkem temelleri saf özle doldurmak ve güncel tatlarla benimsenesi kıvama getirmek istediği için yakılan yaşlar. Her vakit din elden gidiyorcular.Ki; din dedikleri kişisel muradları ve yükledikleri anlam. Din içinde dincik, derin din, sığ- ölü din, dine karşı dinsel darbelerin yanında, saf dinin özgürlük mücadelesi gibi ayrı baş çeken pek çok konu başlığı da var.
Fakat vurgulamak istediğim şey; tekrarlanan tartışmalar yüzünden insanın Allah ile arasının açılıyor olmasıdır. Mesela kurban konusuyla ilgili ilgisiz bir dizi bulanık tartışmalar...Böylece Kurb/anlık; yakınlık geciktiriliyor. İnsancıklar kendi hayatlarına/dinlerine/ kutsalına yaklaştırılmıyor. Hep sen sor ben söyliyimci, sen bilmezsinci, sevgili zavallı avamımcı, atanmış elçi edasında asık surat ahkam kesmeler ve asla yol, yordam, yöntem vermeyen yani insan ruhunun kendi ayakları üstünde durmasına engel olan bir tutum sergileniyor.
Kutsal olabildiğince uzaktır, zirvedir evet, fakat en yakınlığın samimiliğine tenezzül eden istemli bir yenilgiyle kalbin derinliğine gönüllü evrilir. Öte yandan kutsal dokunulmazlık ihtiva eder. Çünkü çok dokunaklıdır. Kalp O'nun Kudret eli, avcu içine alışmaya görsün, özgürlüğe esaret gözüyle bakması farz bile olmaz. Aşk olsun olur!
Bunları neden mi söyledim? Eski kompozisyonları aratacak bir hızla hem de. Destur mesabesinde bir giriş ve sonra yavaş yavaş uzun uzun gelişme bölümü olmaksızın. Çünkü bugün bayram. Kurban hakkında sadece din/cilerin değil, din/siz/ciliğin de onbin çeşit aptal tartışma ile aklı ve kalbi selimi huzursuz ettiğine çok tanıklık ettik çünkü. Usandık.
Tarihçesinden bildiğimiz -insan kurban etme geleneğinin kaldırılmasına vesile olan- kurbanın, İslam'da gercekte var mı yok mu veya varsa koyun mu, tavuk mu olup olmadığı tartışıla dursun insan insanı kurban etmeye son hızla devam ediyor. Ve biz bu saçmalığa dayanmanın daha da güçleştiği günler yaşıyoruz. Her gün yakın uzak sayısız canı kurban veriyoruz. Bir de bunun üstüne yeterince güncellenmeyişimize üzüldüğümüz ve doğrusu bu ya siyasi hareketliliğin cebriyle nerdeyse buna zaman da bulamadığımız temellerimizin usulsüz, üslupsuz, çözümsüz tartışmalarla yıpratılmasına sabrımız kalmadı. Belki de her şeyden önce tartışma ahlakına, ondan da önce saygıya ihtiyaçlıyız.