KERTERİZ NOKTASINI AŞMAK
AK parti ile Cemaat arasındaki kavganın gerilim boyutu karşılıklı açıklamalar ve restleşmeler ile büyümeye devam ediyor. Bu durumda açıkça söylemek gerekirse, beni en çok üzen şey müslüman imajına verilen zarardır. Bu sebeple, en sonunda müslümanların üzerine çökecek ve netice itibarıyla İslam'a fatura edilecek her durumdan hem taraflar hem de yanlış yaklaşımların her biri sorumlu olacaktır. Dolayısıyla bu sorumluluk duygusu içinde hareket edilmesi gerekmektedir.
Yıllarca Türkiye'de farklı ideolojik düşüncelerden partiler iktidar oldu. Yolsuzluktan talana, sosyal ve kültürel bir soruna çözüm üretilmediği gibi bunların giderek ağırlaştığına şahit olduk. Müslümanlar, farklı düzeylerde iktidar oldukları zaman, en fazla dikkat etmeleri gereken şey; adalet ve değer anlayışına uygun farklı bir yönetim tarzı sergileyebilmesidir. Yani birileri ötekileştirme yapmış olsa bile, müslüman yapmayacak; adaletin tesisi konusunda son derece hassas olacak. Sürekli anlattığı Hz. Ömer adaletini hayatının içinde yaşamaya çalışacak. Yani farkın, değerlerin ve adaletinden dolayı tercih edileceksin.
İçinde bulunduğumuz manzarada, müslüman imajının giderek olumsuz nitelikler kazanmaya başladığını görmek gerekir. Fark, değer ve adaleti yaratmak ise, fertten topluma çok farklı yaşam ve iktidar düzeylerinde bunların yaşanmasına bağlıdır. Devlet kurumlarına adam almaktan, atamalara, aileden gündelik iş ahlakına kadar bu fark, değer ve adalet oluşturucu mekanizmalar işletilmezse, bir müddet sonra devlet içinde devlet yapılanmalarından, işlerin yozlaşmasına kadar her türlü olumsuzluğu yaşamaya başlarsınız. Bu sebeple, Türkiye'yi "kişi" merkezli anlayıştan "ilke" merkezli bir anlayışa geçirmek birinci aciliyetli bir görevdir.
Türkiye'de haksız rant yaratıp, sürekli bunun üzerinden nemalanan kesimler artık el ovuşturmaya başladılar bile. Gerilimin taraflarından hangisinin yendiği ya da yenildiği onlar için hiçbir önem taşımıyor. Onların adalet ve değer gibi bir dertleri de yok. Bundan dolayı, Türkiye ile ilgili büyük resmi görmek; daha akl-ı selim ile hareket etmeyi gerektiriyor. Sahnede izlenen oyundan ziyade, gündelik hayatın adalet ve değer üzerine oturtulması konusundaki ıslahların yapılması öncelenmelidir. Doğrusu herkes dışarıyı aslında kendisini seyreder gibi seyretmelidir. Çünkü bu durum, bizim aynamızdır.
Hafta sonu, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin açıklamalarını bütün Türkiye izledi. Kanaatimce bu talihsiz bir açıklama olmuştur. Hocaefendi'nin bu zamana değin, "hoşgörü", "sükunet" anahtar kavramlar etrafında yaklaşımlarının bir anda bu tür seri açıklamalar üzerinden Gülen hareketinin imajında ciddi bir kırılma meydana getirdiğini görmekteyiz. Gülen hareketinin daha aşağıdan ve kültür merkezli yürüyen "hizmet"leri, gündelik politik alan içine taşmaların bir sonucu olarak imajinatif bir irtifa kaybına uğramış görünmektedir. Bu sebeple, Gülen Cemaatinin dil konusunda daha hassas olması ve yumuşak söylemlere geri dönmesi, aslında hareketin geleceğini de belirlemesi açısından önem taşımaktadır.
Öte yandan Türkiye, yolsuzluklar konusunda geçmişten bu yana ciddi bir bagaja sahiptir. Hiç kimseyi mahkeme kararlarının sonuna kadar baştan suçlu ilan etmiyorum. Fakat Toplumsal hafıza, neredeyse yolsuzluğun olağanlaşmasını, makus bir talihi olarak geçmişten bu yana içselleştirerek yoluna devam etmiştir. Bugün gelinen noktada, Hükümetin yolsuzlukları ortaya çıkarması ve gerekeni yapması konusunda hassas davranması kamuoyunun bir beklentisidir. Yolsuzluklara asla izin vermeyeceğini gösteren bir hükümetin gelecekte eli çok güçlü olacak ve en önemlisi de "makus talihin" yenildiğine dair bir kerteriz noktası aşılmış olacaktır.
Herkes bu gerilimde bir taraf olmak ve içinde birikeni dışarıya boca ederek kendini rahatlatmak yerine, adalet ve değere ne kadar "hizmet" ettiği üzerinde düşünürse belki süreçten daha karlı çıkılacaktır.