"Kent"leşen Kelimeler
Azerbaycan devlet televizyonundan haber sunan bir hanımefendi, gözyaşları içinde “Dört kentimiz Ermeni işgalinden azad olundu. İnşallah şehirlerimiz de kurtulacak.” demişti. Bu haberi o zamanlar televizyonları başında seyredenler, ilk defa “kent” kelimesinin Azerbaycan Türkçesinde “köy” anlamına geldiğini öğrenmiş ve şaşırmışlardı.
Kimi yorumcular, bilgeler hatta bilgiçler de “kent” kelimesinin Azerbaycan Türkçesinde “köy” anlamında kullanılmasını şöyle yorumlamışlardı. “Efendim bu Azerbaycanlı kardeşlerimiz, Türkiye ile yakınlaşmak adına alfabelerini değiştirdi ama Türkçemizde kullanılmayan bir sürü harf koydu. Şimdi de Türkçeden kelime alıyor ama yanlış alıyor. Kaç yıldır kullandığımız “kent” kelimesini neden “şehir” olarak almıyorlar da “köy” anlamında kullanıyorlar” Böyle yorum yapanların sayısı az değil.
Tabii, kazın ayağı öyle değil. Bu gün “kent” kelimesini ısrarla şehir yerine kullanan güruhun bilmediği bir şey vardı. Evet, “şehir” kelimesini kullanımdan kaldırmaya çalıştınız ama kent kelimesi de tutmadı. Bak, üstelik “kent” kelimesi asıl Türkçede “köy anlamında imiş. Daha doğrusu Eski Farsça dili olan Sağotçadan Azeri Türkçesine geçmiş bir kelime ve yaklaşık bin yıldır bu kelime diğer Türk lehçelerinde de kullanılmaktadır.
Büyük Türkçe Sözlük yazarı Mehmet Doğan ve benim de içerisinde olduğum dil ve edebiyat araştırmacıları, “kent”. Kelimesinin Eski Farsça (Soğutça) köy anlamına geldiğini yıllarca yazıp durduk. Eskiler, ne güzel söylemiş: “Galat-ı meşhur lügat-ı fasihten evlâdır.”
Güneş-Dil teorisi ile başlayan dilde sadeleşme temayülü bir süre sonra uygulamadaki yanlışlığı kabul edilse de yine de bazı kesimlerce bu süreç devam ettirildi. Ülkemizi o zamanlar İslam medeniyeti dairesinden çıkarıp Batılılaşma eksenine koymak isteyenler, yeni kelimeleri, uydurulmuş- türetilmiş kelimeleri etimolojik anlamını araştırmadan apar topar kullanıma soktular. O zamanlar Ziya Gökalp, bu durumu savunurken ne demişti: “Güzel dil Türkçe bize/ başka dil gece bize/ İstanbul konuşması/ en saf en ince bize.” Bu uygulama sırasında Azeri Türkleri ve Kaşkay Türklerinin kullandığı bazı kelimeler de İstanbul Türkçesinde kullanıma sokuldu ama bu kelimelerin çoğu maalesef yanlış anlamlarda kullanıldı. Günümüzde “Sahte eşdeğerlilik, yalancı eşdeğerlilik” inceleme adı altında bu kelimeleri tespit ediyoruz.
“Kent” kelimesi gibi etimolojik alt yapısı bilinmeden, araştırılmadan Azeri Türkçesinden İstanbul Türkçesine alınan birkaç kelime daha sayalım. “Konak” kelimesi İstanbul Türkçesinde köşk anlamında Azeri Türkçesinde ise “konuk, misafir” anlamındadır” Bakü’de, Tebriz’de, Erdebil’de, Zencan’da, Hoy’da ya da Urumiye’de bir Azeri Türk’ü sizi misafir etmek istediğinde “konağım olur musun” der. Tabi siz buna şaşırırsınız.
Azeri Türkçesi ile İstanbul Türkçesi arasında oluşan “Sahte Eşdeğerlikler”, Türkiye ile Azerbaycan arasında garip bir akrabalığın da işaretidir. Bu sahada benim de yazdığım birkaç yazı var.
Mesela “düşmek” kelimesi İstanbul Türkçesinde iki anlamda kullanılır. Birincisi boşlukta yerçekiminin etkisiyle yukarıdan aşağıya inmek, diğer anlamı ise insan hayvan gibi yürüyebilen canlıların dengesini kaybederek yere devrilmeleridir. Peki, Azeri Türkçesinde “düşmek” kelimesi hangi anlamdadır. Bu kelime, bazı film ve dizilerimizde bile komiklik sahnesi olarak kullanıldığı için çoğumuz artık biliyoruz. Düşmek kelimesi Azeri Türkçesinde “inmek” manasındadır. Düşmek kelimesi ile ilgili şöyle bir hatırayı burada paylaşmadan geçemeyeceğim. Vaktiyle bir hocamız İstanbul’dan Bakü’ye uçakla gidecektir. İstanbul’dan uçağa binilir. Bakü’ye doğru yol alınır. Uçak, Azerbaycan hava sahasına girip bir süre sonra Bakü Havalimanına iniş için alçalma durumuna gireceği vakit hostes hanım şöyle bir duyuru (anons) yapıyor. “Dikkat dikkat! Aziz Konaklarımız, Teyyaremiz on dakika sonra Bakü havalimanına düşecektir.” Bu anonsu duyan hocamız uykulu bir halde koltuğundan fırlar ve “El-Fatiha” deyip ellerini havaya kaldırır. Kıymetli hocamız bir süre sonra bulunduğu ülkenin Türkiye değil de Azerbaycan olduğunu fark etmiş ama “ uçaktan düşme korkusu” ona unutamayacağı acı bir hatıra bırakmıştı.
Bu kelimelerin sayısını biraz çoğaltırsak şu örnekleri de verebiliriz. Biz kaleci diyoruz onlar kapıcı. Düşünüyorum da Kemal Sunal’ın başrolünü oynadığı “Kapıcılar Kralı” filmini Azerbaycan Türkçesiyle izleyenler ne düşünmüştür acaba. “Kaleciden kral mı olur?” diye yıllarca bir çelişkiyle yaşamışlardır.
Biz, bugün İstanbul Türkçesinde “çörek” kelimesini kullanırız, “ekmek” kelimesini de kullanırız. Ama Azeri Türkçesinde çörek, “ekmek anlamında kullanılmaktadır. İstanbul’dan uzaklaşıp Anadolu içlerine gidildiğinde büyükler, hâlâ “çörek” kelimesini ekmek anlamında kullanmaktadırlar. Yine Azeri Türkçesinde “kişi” kelimesi erkek anlamında kullanılsa da İstanbul Türkçesinde “şahıs” yani “insan” anlamında kullanılmaktadır. Yine “kıç” kelimesi İstanbul Türkçesinde makat bölgesi anlamında iken Azeri Türkçesinde “bacak” anlamındadır. “Tebriz’de bir otobüste ayakta yolculuk yaparken birinin bacağına basmışlığım olmuştu da bu “kıç” kelimesinin öte yakadaki ismini öğrenmiştim. “Kıımı sındırdın, kıçımı sındırdın!” diye bağıran bu Azeri karındaşımıza garip garip bakmıştım? Sındırmak kelimesi de kırmak anlamında ama şimdi İstanbul Türkçesinde o da unutulmuş. Acaba nereye aparılmış, bilmiyorum.
Sonuç; Güneş-Dil teorisi ile başlayan dilde sadeleşme temayülü ve Öztürkçecilik akımı, Türkçeyi ve Türkiye’yi sadece İslam dünyasından değil aynı zamanda Türk Dünyasından da koparmıştı. Ülkemiz; bugün bölgesinde daha doğrusu Dünyada, teknolojik, siyasi ve askeri bir güç unsuru olarak ortaya çıkmışsa bunu dil, kültür, tarih ve edebiyat ile desteklemelidir.