Kendisini Başkasıyla Üret(eme)mek
Edward Said’in “Oryantalizm”inde problem ettiği şey; batı dışı toplumların kendilerini Batılıların gözüyle görmeleri ve aslında bu bilgi üzerinden kendilerini üretmeleridir. Doğrusu Said’in problem ettiği durum, bütün gerçekliğiyle cari olmaya devam etmektedir.
Özellikle
modern zamanlarda batılı egemenlerin diğer toplumlar (the rest) üzerinde farklı
araçlarla uyguladıkları baskı ve kurdukları hiyerarşi zaten bilinmektedir.
Bilimden teknolojiye kadar gelişmeler sonucu, batılıların diğer toplumlara
karşı üstenci bakış geliştirmeleri bir yere kadar anlaşılabilir. Fakat esas
aşılması gereken sorun; diğer toplumların ve bu arada müslümanların batılıların
bu bakış açısını kendilerinde sabitlemeleri ve bunun bilgisini üretmeye devam
etmeleridir. Açıkça söylemek gerekirse, modernleşme serüveni 200 yıldan fazla
bir zaman katetmesine rağmen bu bakış açısı değişmemiştir.
Batı’nın
bu minvalde tahakkümünün hiç kuşkusuz bugün de devam eden araçlarından ilki
sömürgeleştirmedir. Sömürgeleştirme büyük oranda (Ortadoğu coğrafyası ve Afrika
gibi müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeler) açık işgaller şeklinde gerçekleşti.
Dolayısıyla sömürgecilik militarist güçlerle desteklendi ve pekiştirildi. Fakat
esas sömürgeleştirme “zihni” yollarla gerçekleştirildi. Bu kimi zaman eğitim
yoluyla, kimi zaman kavramlar ve sosyal değişimlerle ete kemiğe bürünmüştür.
Açık
işgallerin yaşandığı bu sömürgeleştirmede, yapılan eğitimin dili ve içerikleri
zihni dönüşümlerde büyük rol oynamıştır. Kimi ülkelerde dersler bile batı
dilleriyle okutuldu. Buralarda insanlar önceliği kendi dillerine vermediler.
Meselâ; Tunus’a gittiğimde bu durumu gözlemlemiştim ki, fransızca hem eğitimde
hem de gündelik hayatta başat bir dildi. Hatta bunun getirdiği zihni
sömürgeleşmeyi gündelik hayat tarzlarının değişiminde de izlemek mümkündür.
Diğer
yandan “ilerleme” kavramı üzerinden Batı’nın diğer toplumların daha ibtidai,
hatta irrasyonel olduklarına dair ürettikleri “bilimsel!” bilgiler, batı dışı
toplumlar tarafında da satın alınmıştır. Bu durum adım adım batı dışı
toplumların kendi müktesebatları ile irtibatlarını keserek batılı bir rotaya
girmelerini sonuçlamıştır. Bilhassa sosyolojik bilgide bu yaklaşımların daha
rahat izlenebilmesi mümkündür. Nitekim erken dönem sosyolojik teorilere
baktığımızda, aryan ırkının üstünlüğünü öne süren yaklaşımlar vardır. Özellikle
“ilerleme” kavramının içerimleri, tarihi düz bir çizgi üzerinde ilerletirken,
Batı’yı bu çizginin en uç noktasına; diğer toplumları ise bu çizginin farklı
ibtidai noktalarına yerleştirmekteydi.
İlk
başlarda batı dışı toplumları açıklamak üzere devreye sokulan antropolojinin
erken dönem çalışmalarına bakıldığı zaman, “ibtidai”, “yerli”, “irrasyonel”
gibi anahtar kavramların dikkat çekici biçimde sonuçlara ve teorilere yansıdığı
görülecektir. Gerçi bugün antropoloji geçmişten farklı bir konum ve içerik
kazanmışsa da, neticede kalıplaşmış bilgilerle diğer toplumları bir nevi
“etiketleme” işi devam etmektedir.
Bu
noktada öncelikli adımın, zihni sömürgeleştirmeyi sonlandırma noktasında
odaklanması gerekir. Batı dışı toplumlar gözlerini dışarıya diktikçe kendi
sorunlarını “rasyonel” olarak halledebilme şansını kaybetmektedirler. Yine Batı
dışı toplumların önemli oranda taklide saplanmaları ve panik halinde iş
halletmeye çalışmaları da buradan kaynaklanmaktadır. Bunun için de özelde Müslüman
toplumların kendilerini başkasıyla üretme tavrından vazgeçmeleri zorunludur.
Bunun
için ikinci adımda eğitim ciddi önemli bir araçtır. Fakat “yabancılaşmış
zihinler” üretme potansiyeli olan ve tüketime odaklanmış içerikler
değiştirilmelidir. Böylece eğitimin ekonomi politiği belirlenerek, nasıl bir
insan yetiştirileceğine dair değişen koşulları dikkate alan bir hedef
netleştirilmelidir.