Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.82
Gram Altın
2977.26
BIST 100
9724.97
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

"Kendiniz için kaygılanın"

Böyle bir başlığı problem yapmamızın en azından bu yazıda iki sebebi bulunmaktadır. Birincisi, Michel Foucault’un hakikat cesareti kitabında belirttiği üzere Sokrates’in insanları yönlendirmek üzere söylediği söz “kendiniz için kaygılanın” şeklindedir. İkincisi de, özellikle sosyal medyaya baktığımız zaman, herkesin birbirine tavsiye verirken kendilik kaygısının bırakılmış olmasıdır.

Mithat Cemal Kuntay “Üç İstanbul” isimli romanında “insan kendisindeki kusura bir başkasında hücum eder” mealinde bir söz söyler. Sosyal medya başta olmak üzere farklı platformlarda söylenen sözlerin -ki önemli oranda gerçekliği tam kalbinden yakaladığı edasıyla karşısındakine ayar vermeyi hedefleyen- ya nasihatname formunda ya da kutsal kitabın “akletmeyecek misiniz?” tonunda söyleniyor olması dikkat çekicidir. Ancak tüm bunların ortak özelliği bu “ayar”dan sözün sahibinin sürekli kendisini istisna tutmasıdır. Haliyle böyle bir tutum “pathos”çu bir tavrı öne çıkarırken, asıl olan insanın kendisini bir “ethos” temelinde inşa etme imkanını da ıskalamaktadır.

Sokrates’ın diyaloglarına bakıldığında öncelikli dikkat çeken içerikten biri, muhatabın hayata dair ortaya koyduğu yargıların konuşmanın sonunda neredeyse tersine dönmesi ise, bir diğeri “kendiliğin ethos”unu inşa etmeye çalışmasıdır. Foucault yukarıda bahsettiğimiz kitabında özellikle Sokrates’ın Savunması’nı analizlerle “hakikat”in ortaya çıkarılması için Onun tüm muhataplarını kendileri için kaygılanmaya çağırdığını belirtmektedir.

Esasen kendilik için kaygılanmak, baştan aşağıya bir kendisini inşa etme sürecidir ki hayat boyu bitmeyen bir sorgulamaya denk gelmektedir. Öte yandan kendilik kaygısı, özneye dışarıdan etkileri içermekle birlikte içsel olana doğru yönelme ve kendini inşayı öne çıkarmaktadır. Bu durum insanın “dışarıdakiler yanlış yapıyor” söyleminden ziyade “acaba doğru yerde duruyor muyum” şeklindeki soruyu değerli kılmaktadır.

Bu bağlamda insanın bir “kendisinden emin olma” ya da “kendisini garantide hissetme” durumundan sürekli şüphede olması esastır. Rasülullah’ın (SAV) Allah’a (CC) göz açıp kapayıncaya kadar bile kendisine (=nefsine) bırakmama duası, kendilik kaygısını teyakkuzda tutmaktadır. Çünkü yine Rasülullah’ın tabiriyle “eşyayı olduğu gibi görme” konusunda sınırlılıkların farkındalığını yaşaması gereken insanın, kendisini yerleştirdiği garantili zemini daha sıkı sorgulamasını gerektirmektedir.

Sosyal medyadan başlayarak tüm konuşma platformlarına bakıldığında söylenen sözlerin içeriği hakikate cesaret etmek gibi görünmektedir. Öyle ki, “Sırat-ı Müstakim”in garantili konumunun üzerinden konuşan kişiler, insanlar ve toplumlarla ilgili Tanrısal yargılarını kolaylıkla sunabilmektedirler. Halbuki “Sırat-ı Müstakim” bir temellük mekanı olmayıp, insanın kendisini sorgulama menzilidir. “Sırat-ı Müstakim” orada öylece durmaktadır ancak sorun insanın “sırat-ı müstakim”in neresinde durduğudur.

Fakat başkasını etiketleyici sözler, kötüleyici ifadeler ve hatta küfr ithamları, içeriklerine bakıldığında öznelerinin kendilerini hakikatle sabitlediği algısını üretmektedir. Adamın biri saz çalarken, elini sazın sap kısmındaki tellerde gezdirmeksizin sabit bir yerde tutmaktadır. Dinleyenler saz çalanların ellerini tellerde gezdirdikleri halde niçin elini sabit tuttuğunu muhataba sorunca, saz çalan kişi “onlar benim elimi tuttuğum noktayı arıyorlar” diye cevap vermiştir. Toplumdaki asıl sorun; insanların kendisi dışındakileri kendi durduğu noktayı aradıkları zannıyla, kendilerine bakmaktan vazgeçmiş olmalarıdır.

Herkesin bir başkasının yakasından elini çekerek, “pathos”un ayartıcı dilinden uzaklaşıp kendisini “ethos” temelinde kurma yönündeki farkındalığı ve çabası belki ilk adım olarak düşünülebilir. İnsan kendisine dikkatli bakınca, başkasına bakacak mecali zaten kalmıyor.