Kendine taraf olmak
İçinde
bulunduğumuz çağı bazı psikologlar hız ve haz çağı olarak nitelendirmektedir.
Bu tabirin doğruluk veya yanlışlığı tartışıladursun, biz bir dost meclisinde
bir dostun söylediği söze kulak verelim.
Geçtiğimiz
günlerde bir dost meclisinde konu konuyu açmış ve sohbet derinleşmişti. Ancak
bir arkadaşın fiziken orada olduğu halde ruhen orada olmadığını fark
ettiğimizde konuştuğumuz meselelerle ilgili fikrini almak ve bizden çok
uzaklara gitmiş olan ruhunu tekrar ortama dâhil etmek için kendisine görüşünü
sorduğumuzda, beklemediğimiz bir cevap verdi: “Ben normal insanlar gibi umut
etmiyorum, hayal kurmuyorum ve bunlar olmadan yaşamaya çalışıyorum.”
Bir insanı bu
denli hayallerinden vazgeçiren, umut etmekten alıkoyan, hayatı geldiği gibi
gelişine kabul eden bir halde yaşamaya sevk eden ne olsa gerek? Bunun üzerine
biraz düşünmek gerekiyor fikrimce.
Umut ve hayallerden
vazgeçmek yahut umut etmeyip hayal kurmamak. İlk duyduğunuzda kafanızı
karıştıran ve biraz derinlemesine düşündüğünüz zaman ise yaşamın anlamını
sorgulamanıza neden olan bir cümle ile karşı karşıya kalmış oluyorsunuz.
Meseleyi biraz
daha derinleştirdiğimizde sorular cevapları bulmaya yardım ediyor gibiydi,
ancak her cevap beraberinde yeni bir soruyu getiriyordu. Soru ve cevapları yan
yana koyduğunuz zaman dışardan bakınca düzgün ve estetik görünen, lakin içinde kaybolacağınız
bir labirent ile karşı karşıya kalmış olduğunuzu anlıyorsunuz.
‘Olayı, olay yerinde incelemek’ diye bir tabir vardır. Biz de konuyu kendi
kalıbında ve çağında değerlendirelim. İçinde bulunduğumuz hız ve haz çağında
her şeyi çok hızlı yaşayarak çabucak tüketiyoruz. Ömürlük mutluluk yerine anlık
tatminlerle günü kurtarma derdinde yaşıyoruz.
Belki de mahalle
kültüründen sıyrılınca kendimizi daha medeni hissederek apartmanların soğuk
betonları arasında sımsıcak ruhumuzu soğumaya bıraktık. Ara sıra vakti ve
sınırı ‘randevu’ kavramıyla
belirlenmiş dost ortamlarında bir kaç bardak çay ile ısıtmaya kalkışsak da
nafile! Yapılan muhabbet yalnızlığımıza yama yapmaktan başka bir anlam ifade
etmiyor.
Bu duruma neden
olan sebepleri tahayyül etmeye başladığımızda insanın kendini ihmal edişi ilk
sıraya yerleşiyor. Kendi isteklerinden ziyade hep birilerin taleplerini yerine
getirme telaşında, muhatabına kurulamayan cümleleri içine atarak cevabını
bildiği soruları yanıtlamak yerine, içindeki anaforların şiddetini arttırıyor
insan.
İnsanın kendini
ihmali nedeniyle büründüğü depresif halinin yanında dayatılan tercihleri seçme
zorunluluğunun, seçme ve seçilme hakkı olarak kabul ediliyor olması bir diğer
handikap olarak çıkıyor karşımıza. Nihayetinde üçüncü ihtimali hayatımızdan
çıkararak ya evet ya da hayır, ya bu ya da şu gibi iki şıklı sorulara cevapları
indirgeyerek hep bizim dışımızdaki fikirlerin angajesi olmaya adadık kendimizi.
Sonrasında ise
sistem eleştirilerimizin ses tonunu yükselterek kendimize duyurmaya çalıştık ve
cevabı bizde olmayan sorulara teslim olarak umut ve hayallerimizden vazgeçmenin
en kolay yol olduğuna kendimizi inandırdık. Belki de mutluluğun bizden fersah
fersah uzaklaştığını düşündük.
İnsan dönüp
kendine sormadan edemiyor. Gerçekten de umut ve hayal kurmaktan vaz mı geçtik?
Ya da mutluluğumuzdan vazgeçmek işin en kolay tarafı mı? Ya da başkalarına söyleyemediğimiz
sözleri kendimize karşı kurmak daha mı kolayımıza geliyor.
Belki de içine
düştüğümüz şu hız ve haz çağında bir ömürde yaşanacak her şeyi kısa bir zaman
dilimine presleyip bize kalan diğer zamanları dolduramamanın kuyusuna mı
düştük?
Bir sistem ile
mücadelenin hakikatini bildiğin halde suskunlukla kabuğuna çekilmeyi başarı
saymak acizliğin üzerine örtmekten başka nedir ki?
Nihayetinde
yaşadığımız hayatın merkezi ve başkentinde kendimiz olduğunu kabullenip, yeri
gelince umut etmeli yeri geldiğinde hayal kurmalıyız. Kendimizi inşa yolculuğunun
mühendisi ve işçisi de kendimiz olmamız gerektiğini bilerek yaşamaya kaldığımız
yerden devam edersek umut etmek için en az bir sebebimiz olur.
Aksi takdirde
hızın hızına, hazzın nefse hoş gelmesine kapılarak yarına göre hesaplar yapmak
yerine günü kurtarma derdinde anın cehaletine sığınarak yavaş yavaş umut ve
hayallerden vazgeçmeye başlamış oluruz.
Bu durumdan
kurtulmak için seçimlerin dayatmalarından sıyrılıp öteden, beriden taraf olmak
yerine umutlu bir halde insanın kendine taraf olması en doğru seçim olacaktır. Vesselam!