Kendine bir şey söyle
İçinde yaşadığımız toplumda
İslam’ı temsil ve tebliğ etme durumunda olan bizlerin yüzleşmekten çekindiğimiz
ve geciktiğimiz bir gerçeğimiz var;
okurken,anlatırken,düşünerken,değerlendirirken hep ötekiler üzerinden hareket
ediyoruz…
Kendimizden başlayarak güzel bir
örnekliği yeterince sunamadığımız için sorunlarımız bir türlü bitmek bilmiyor…
Bunca ders, seminer, sohbet, vaaz,
hutbe, nasihat, tebliğ, tavsiye, eğitim, irşad, basın-yayın, gayret devam
ederken acaba bu toplumun rengi niçin değişmiyor? Yoksa bir usül hatası içinde
miyiz? Sözü önce kendimize yöneltmemiz gerekmiyor mu? Hep üçüncü şahıslar
üzerinden mi söylemlerimizi sürdürmemiz icap ediyor. Sanki nasihata , ıslaha, irşada,
uyarılmaya, terbiye edilmeye muhtaç olanlar hep başkaları…
Kendinizi unutmadan, atlamadan, ihmal
etmeden, içe yönelik dokunuşlarla bir davet dili yakalayamadık…
Üstümüze almadan konuşursak
sonuçta üstenci bir dile mahkûm oluruz…
Eleştirilmesi, sorgulanması, suçlanması,
yargılanması, cezalandırılması gerekenler hep başkaları olmaya başlar…
Hedef kitle ile aramızdaki makas
gittikçe büyüyor…
Mürşidler müstağnileşmeye hatta
ermiş, kurtulmuş, müjdelenmiş psikolojisine girmekten kurtulamazlar…
Sanki kendimizi unutuyoruz… Kendini
unutanın helak olacağını hesaba katmıyoruz…İddialarımız ile uygulamalarımız
arasında ki tutarsızlığı farketmiyoruz…
Yapmayacağımız şeyleri söylemenin
yaman çelişkisinden kurtulamıyoruz…
İnsanlara iyiliği emrederken
kendimizi unutuyoruz… Kaldı ki Kitaptan sürekli tefsir dersleri yapıyoruz…
İddia sahibi Müslümanlar olarak
iç tutarlılığımızı yitiriyoruz… İnandırı olmaktan uzaklaşıyoruz…
Habire öğüt verirken örnek
olamıyorsak sözün gücü kalmıyor…
Temsiliyet gücümüz yoksa
tebliğimizde adeta yok hükmünde oluyor…
Söz söyleme sanatını, maharetini,
edebiyatını, becerisini öğrendik… Tribünleri coşturabiliyotuz, kendimizi tatmin
edebiliyoruz,görece başarılarla kitleleri büyüleyebiliyoruz ancak büyümüyoruz
ve geleceğe yürümekte zorlanıyoruz…
Evet, ötekilerle oyalanıyoruz, henüz
özümüze yeterince dönemedik… Kendimize neşteri vurabilmiş değiliz… Egolarımıza
söz geçirebilme gücümüz yok… Kendimizle yüzleşme cesaretini bulabildiğimizi
söyleyecek durumda değiliz…
Nesfimize söz geçiremiyorsak kim
sözümüze itibar eder ki?
Herkese söyleyecek sözümüz var, sır
kendimize gelince niçin lal kesiliyoruz?
Toplumal ıslah projelerimizi
hayata geçirirken, ıslah olacaklar arasında bizler de var mıyız?
Nesilleri terbiye etme telaşında
olan bizler, bizatihi nefislerimizinde ciddi bir terbiyeye muhtaç olduğunun ne
kadar farkındayız?
Hz.
Yusuf (as)’ın:
“ Ben Nefsimi temize
çıkarmıyorum.” gerçeğinin neresindeyiz?
Artık kendimize bir şeyler söylemeliyiz… Acı
da olsa… Nefsimize ağır da gelse…
Gözümüzdeki merteği görebilmeliyiz…
İğneyi kendimize batırabilmeliyiz…
Yunusça
bir nedametle;
“Ben kendime zulmedenlerden
oldum.”
diyebilmeliyiz…
Derbederliğimizi,
dağınıklığımızı, dedikoculuğumuzu sonlandıracak bir tevbe ile yeni başlangıçlar
yapabilmeliyiz…
Âlemlere
rahmet, Hz. Muhammed (sav) geceleri ayakları şişinceye kadar kıyamda durmaya
ihtiyaç duyuyordu…
“Şükreden bir kul olmayayım
mı ?”
diyordu…
Evet,
günde yüz defa istiğfar etme ihtiyacı duyan bir peygamberin ümmetiyiz…
Acaba
biz kendi adımıza tevbe ve istiğfarı gerektiren kusurlarımızın ne kadar
farkındayız?
Âlemi
terbiye etmeden önce adam akıllı bir tevbe edelim derim… İstiğfarda bulunalım…
Şayet
bugün de gecikirsek, bir ömür elimizden kayıp gidecek… O durumda
kaybedenlerden olacağız…
Halis
kalmanın, salih olmanın yolu güzel ve gerçekçi bir özeleştiriden
geçiyor…
Belki
de tevbelerimiz tevbeye muhtaç…
Davetçilerimiz
davete muhtaç…
Evet,
kendimize bir şey söyleme günlerindeyiz…