Dolar (USD)
32.54
Euro (EUR)
34.92
Gram Altın
2428.80
BIST 100
9669.95
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Mart 2021

Kendine aşık sanatçı

Kimilerimiz kendini o kadar çok sever ki bir türlü hakikaten sevildiğine inanamaz. Sevilme biçimini de beğenmez ve bunu yönetmeye kalkar. Üstelik daima özgürlüğe dem vurduğu halde. Muhtemelen dem vurduğu özgürlük sadece kendi özgürlüğüdür. Ve muhtemelen özgürlükten anladığı şey kişisel hazlarını sınırsız, başkalarının sınırlarını –“olsun”- tehdit ede ede yaşamaktır. Sonrasında gerçek bir sevgi kalmadığına dair nutuk atar, şiir kaleme alır, film çeker. Bir saklama kabı, kalıbı gibi saçma bir yaşamı saklamaya yarayan, ben merkezcilik veya narsisim gibi kelimeleri kullanmayacağım. Çoğu kelime suçlarımızı örtüyor ve hadi başkasını bırak bize bile kendimizi göstermiyor.

Maksat: Şurada biz bizeliğin samimiyeti ile kendimizle, insanla, özellikle insanlığa “insan olun!” demeye kalkan, eserleriyle bu cesareti gösterebilmiş sanatçı insanın kendisi ile yüzleşmesini başlatmak.

Bir insanın kendisini sevmesi şarttır, tamam. Düşünsenize ömür boyu kendisinden hiç ayrılmayacak. Ruhen ayrılıp gidebilse bile uçup uçup yeniden kendisine konacak. Teniyle tinini ayrı tutsa, görüştürmese buna ne kadar dayanabilir… O yüzden kendini sevmek iyi, tamam çok güzel! Fakat bu sevgi hastalıklı (patolojik kelimesine saklamayacağım) bir aşka, tutkuya dönüştürülüyor. O yüzden böyleleri hiçbir sevgiye inanmaz. Hiçbir sevilme biçimi onlara yetmez. Ya da sırayla herkesin sevme halini sıcak, taze ve eskimemiş hallerinden toplar. Sevilmenin tadını çıkarıp sevmenin adını unutur. Ona göre hiç kimse gerçekte onu sevmemiştir. Bir türlü o yüksekliğe çıkamamıştır zavallılar. Belki de bunun anlamı “hiç kimse benim kendimi sevdiğim gibi beni sevmedi...” olabilir. Bütün bu yaşadığı huysuzluklar kendisine kurduğu sanal dünyaya bencilliğinin anıtını dikmesini sağlar. Sevginin, şefkatin uzağında pespaye bir yalnızlığın ortasında kendisine tapınıp durmak nitelikli bir hayat değildir.

Genellikle sanatçıların içinden çıkan bu tür insanlar sevilme aralıklarında insanları kullanır. Koca kapılardan girebilen sahici insanlar onların dünyalarında karşılıksız sevgileriyle onları ağırlarlar. Onlar birer deneyimdirler. Hep denemedirler dolayısıyla da yanılmadırlar. Sırası geçen savılır. Çok tutulmuş pek çok aşk şiirinin ardında ihanetler, bir önceki şiirin hakiki ilham kaynağının gözyaşları vardır. Çok sarsıcı olduğu kabul edilen bir sanat eserinin ardında nedene çoğunlukla ihmal edilmiş bir anne, kırılmış bir baba görürüz. Soyutlanarak üreteceğim diyerek yalnızlaşmış, ailesine yabancılaşmış, tutup “İnsan ailesini seçemiyor!” diyecek kadar uzaklaşmış sonra da oradan buradan toplama bir aile kurmuş olması neyi ifade ediyor. (Acaba aile yapımız sanatçımızın özel bir insan oluşuna saygı duymuyor olabilir mi? Onu güzel şeyler dünyaya getirmesi adına en azından yalnız kalma sürecine saygı duyarak desteklemiyor olabilir mi? Bu konunun diğer kısmı. Aslında sanatçının toplumdan ayrı bir yere koymasını yadırgama gibi bir üst konusu var bu yazının. Bunun sanatçının dışındaki nedenlerine de diğer yazıda değinelim.)

Sonra gelsin yalnızlık güzellemesi olan şiirler, kitaplar ve tabii ki filmler. Yalnızlık güzellemesini tersinden okuduğumda bana bencillik özellemesi gibi geliyor.

Aslında şu yoğunluklarımın arasında en çok üstüne olup ürün vermek istediğim konu tam da bu. Söylemleri, genellikle sanatçıların ürettikleri ve topluma da mal edilmeye çalışılan söylemleri, edebi sloganları, mottoları tersinden okuyup foyamızı görmek ve güya üst insanın alt kurnazlıklarını temiz sayfalarda sergiye açmak... Alt insan bunlardan muaf. O zaten altta kalmaya gönüllü ise tabii ki.

Bunu neden mi istiyorum. Toplumsal adalet için tabii ki. Başkalarına buyurdukları niteliği önce buyurganların ne derece yapabilip yapmadığı çok önemli. Topluma bir söz söyleyenin o sözde duruyor oluşu, nitelikli oluşun kaynağından başladığını görmek her söylemi daha samimi, daha sahici kılacaktır eminim. İdealize etmiyorum. Mümkün olduğunca diyorum. Ancak en azından her şeyi idealize eden sanatçının kendisinden bu yükselişi istemek bana tabii ve gerekli geliyor.

Bir sorun örneğiyle başlayan yazımı herhangi bir eser, bir kitap, bir film üzerinden insanlığa seslenen her sanatçının seslendiği kitlenin içine kendisini de koymayı unutmaması gerektiğiyle bitireceğim. Başkalarına us dağıtan bir filozof, bir sanatçı kendisine de erkenden uyansın ve dağıtılan us’tan, hayalden ve hakikatten kendisi de beslenmeyi unutmasın isterim.

Öyle ki başkalarını nitelikli oluşa uyarmak, kendimize uyumak olmasın.