Kendimi sessize aldım
Mekânlar tenha. Çığlıklar sineye,
kuşlar yuvalarına çekildi. Suyu çekilen toprak. Geceye küsen yıldızlar. Perde
perde inen bulutlar. Ateşi sönen ocak. Cıvıltısı kaybolan ormanlar. Çocuksuz
parklar. Sessize alınan dünya.
Peronlar boş. İsimsiz kesilen
biletler. Tekli koltuklar. Alttan, içten, ağır ağır duyulan müzik. Her şey bir
süreliğine durmuş gibi. Bir sessizlik...
Gürültüden kaçış. Görünmenin acısı.
Yorulan ses. Eskiyen yüz. İncinen kalp. Ceplerde kalan ve uzatılmayan eller. Biriken
selamlar. Ulaşamayan mektup. Yolda kalan posta. Eskidendi “filanca eliyle
falana” diye yazılan mektuplar. Evet, çokça mektup ulaştı bir dost eliyle başka
bir dosta. Şimdi sessizlik mevsimi.
Behçet Necatigil, “Yaşamak azaptır çok zaman/Dualara açıldı
ağız/Tükendi dizlerde derman/Akşamı bulamayacağız.” derken akşam yine olmuştu. Sofrada toplanan
yalnızlıktı. Kalabalık caddelerden taşan sesin ürküttüğü ruh nereye
sığınabilirdi? Kaçışın mümkün olmadığı, vaktin sessizliğe doymadığı, bir ruhun
bir ruhu boğmadığı günlerin özlemi…
“Sen ey kendiyle yetinen!/Artık suyumuz
bulanık/Bir güneş bile olsa sonunda
Yolumuz kırık, önümüz karanlık/Ve ağır tuğrası
alnımızda/Padişah yalnızlığın/Ama yine de umudumuz kalabalık.” Umudun kalabalık olması nedir? Metin Altıok,
“Bir Acıya Kiracı”
olmayı kabullenmişti. Biz hangi acıların kiracısı olabiliriz? Gönlümüzde kimi
misafir eder, kime boyun bükeriz? Yolumuzda hangi engebeler vardır, biz kime
yaslanır, nerede uslanırız? Kiracı
mıyız, ev sahibi mi? Hangi acılar göğsümüzde tutunur? Bu sessizlik ırmağı
nereye akar, nerede durulur?
Ahmet Arif gibiyim diyebilen var
mı? “Gene bir cehennem var yastığımda/Gel artık…” Cehennem nedir? Sevilenin yokluğu mudur? Yastığın ateş topuna
dönmesi nedendir? Gözyaşınız kirpiklerinizde donuyorsa nedendir? Sessizliği
midir dünyanın?
Irmaklar sessiz ağlıyor. Suyun
yalnızlığını öğrendim. Çiçeğin küstüğünü duydum. Ateşin üşüdüğünü, ışığın
karanlığını gördüm. Sessize aldım. Kendimi ayırdım o yorucu kalabalıktan. Bir
mağara ağzını tutan örümcektir yüzüm. Yüzüm kalbimi tuttu. İçimde yaşanır
hicretler. Sessizliğin bir yol olduğunu söylemişti dedem. Sükûtîlik yolunun
çilesini kaç kişi çekebilir şu gürültülü dünyada? Kulağımızda çoğalan yırtıcı
seslerden kim kurtarabilir bizi? Dünyayı sessize almak ve içe çekilmek iyi
gelmez mi hepimize? Çok olmak yüktür,
zira dünya az ile gidilecek yoldur.
Kendi yalnızlığımıza sığınma vakti. Sözler ne
kadar acı ise o kadar da ağırdır. Sözün ağırlığı, taşın ağırlığından az mıdır?
Yoksa bu gürültülü dünyanın ağırlığı hoyratça söylenen sözlerden mi ibarettir?
İç denizlerimde sessizliğimleyim.
Onun misafiriyim. Kenardayım. Kıyılarımda ateş. Fazla sözleri yaka yaka çıktım
bu denizden. Güneşten bir tutam aldım.
Alnıma düşmüyor perçemim. Kavruk bir meyvedir kalbim. Dalı kırık… Çizgilerim
konuşuyor, ben susuyorum. Kendimi sessize aldım.