Dolar (USD)
32.60
Euro (EUR)
34.80
Gram Altın
2498.10
BIST 100
9447.18
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Kendi Düşen Ağlamaz!

Dünyadaki ilk anayasalardan ve Osmanlı devletinin ilk anayasa metni olan vedahi içeriği bugün bile geçerli; insan haklarıyla Müslüman hürriyet ve adaletini en üst düzeylere taşıyan 1876 Kanun-i Esasi’nin hazırlayıcılarından biri de Namık Kemal’dir.

İslam dinini bilen, batı hukukuna hâkim olan Namık Kemal, bu anayasa metninin bir tez veya antitez olmaktan ziyade sentez olmasını ister. Kur’an ve sünnetin esas alarak batı hukukunu da destek olarak gören bir heyetin bu anayasayı hazırlamasını hep yazar. Şeriattan gelen bir meşruiyet zemininin ancak meşrutiyet meclisini kuracağını söyler ve öyle de olur.

Namık kemal bu anayasa metninde ümmeti bizzat millet olarak tanımlar. Halkın üstünlüğünü mebusun sorumluluğunu özellikle vurgular.

Çok manidardır ki hükümetlerin bozulmasını da ümmetin bozulmasına yani halkın değerlerinden uzaklaşarak yozlaşmasına bağlar. Bu elim nihayetin ümmetin yani milletin kendi kaderinin kendinin istemesidir diyerek ifade eder. “… şeriat-ı Ahmediye ‘Ve şavirhüm fi’l-emr’ nass-ı sarihi ile usul-i meşvereti emreder, bunun içindir ki Avrupa devletleri, meclis-i şura-yı ümmetlerinin ârâyıyla hareket ederler. Hakikatte hükûmet ümmetin hakkıdır, zira hükûmet ümmet ile kaimdir. Hükûmete akçe veren ve asker ve iktidar veren ümmettir. Demektir ki hükûmet, ümmet tarafından icra-yı nüfuz u ahkama memur hizmetkârdır. Asıl hakim, heyet-i ümmettir. Bir millet ki Allah’ın emrine ve peygamberinin şer’ine ve kavaid-i akıl ve hikmetin cümlesine mugayir olarak hukuk-ı hükûmetini aramaz. Çektiği belalar kendi kesb-i yedi olduğundan acıyıp teessüf etmekten başka bir şey denilemez; fakat ileride başına gelecek ukubetler esnasında haline terahhum eden de bulunmaz ve kendi düşen ağlamaz.” (Namık Kemal).

Bu anayasa metninde ilk defa kuvvetler ayrılığı dile getirilirken Meclisin iki aşamadan oluşan başkanlık sistemini somutlayan bir yapı olması önerilir. Bu metinde ısrarla sorumluların hesaba çekilmesi ve ehil olanların vekil olması gerektiği söylenir. Başkanın kendi sorumluluk alanından diğerlerinin de kendirlerinkinden mesul tutulması önerilir.

Adalet öncelenir, ehliyet ardından gelir, hesap vermeyle bu sorumlular vicdan terazisinin kefesine konulur. “Çünkü padişah vazife-i adaletin icrasına şer’an memurdur. Fakat mesela hazineye bir yağmager el uzatsa, makam-ı saltanatta bulunan zat da iğmaz etse, yağmagere sirkatini sormayıp da padişahı iğmazından mesul etmek neden münasip olsun? Feleğin çemberinden geçerek mesned-i ikbale vasıl olmuş bir takım devahi-i siyasetin her türlü desisesinden terettüp edecek mesuliyetleri naz u niam ile perverde olmuş ve necabet ve veraset sevkiyle makam-ı saltanata gelmiş bir zatın üzerine yığmak nasıl layık olabilir? İşte tafsilat-ı meşruhadan anlaşıldı ki hem şer’ ve hikmete hem bizim hal ve mevkimize mütabık olan suret, padişah kendi vazifesinden, vükela da kendi harekâtından mesul olmaktır.” (Namık Kemal, 1327c: 183).

Adaleti temin için var olanlarının adaletsizliği ise cemiyetin en hazin sonu olarak anlatılır bu anayasa metninin hazırlık dönemlerinde ve ahirinde. Hükumetin ve adaletin kontrolörü olan halkın kendi sorumluluğunu yerine getirmemesi bu hazin sonu hazırlar der Namık Kemal. “Ya zimam-ı idareyi icra-yı adalet için ele alanlar kessin biçsin, istediğini öldürsün, istediğini diri bıraksın da yine mi la-yüselü amma yefal mertebesinde kalsın? Bizde idare-i hükûmet için ilah mı lazım, insan mı? (…) Her fert mademki cemiyetin eczasındandır, umum gelecek hayır ve şerre iştikak-ı tabiisi cihetiyle elbette efal-i hükûmete nezaret eder. Mesail-i hariciye ise menafi-i vatanın en ruhlu cihetleri olduğundan ona halkın hem mebusları hem de lisan-ı umum makamında olan gazeteler vasıtasıyla müdaheleye, itiraza hakkı vardır.” (Namık Kemal).

Devrin matbuatında ve ehl-i kalem mabeyninde hep aynı şey yazılır veya öne çıkarılır. Yeni anayasa metni bir batı taklitçiliği metni olmaktan uzak olup Osmanlının yüzyıllarını, İslam’ın ve medeniyetinin asırlarını oluşturan ve inşa eden İslam dininin ana kaynakları esas alınarak batı hukuku da bilinerek hazırlanmalıdır. “…yapılan ıslahat-ı sahihan -ki alelumum fıkha mutabık ve belki ahkam-ı şeriyenin en küçük bir faslında olan kavaid ve fevaid-i medeniye bunların fıkha mutabık ve belki ahkam-ı şer’iyenin en küçük bir faslında olan kavaid ve fevaid-i medeniye bunların cümlesine keyfiyet ve kemiyetçe birkaç kat faiktır- eğer şeriat namına ilan edilmiş olsa idi ve fıkrasının fıkrasına tatbiki kabil olmayan mahud Kanun-ı Ceza, Fransa düsturundan istirak edileceğine fıkhın ukubat faslı tedvin olunsa idi Avrupaca İslâmiyetle medeniyet beyninde tezat bulunduğuna dair vücudundan şikayet olunan fikirlerin husulüne bile meydan kalmazdı” (Namık Kemal, 1327a: 3).

Fikir ve vicdan hürriyetinin esas alındığı bir anayasa metninin ancak ümmeti bir arada tutacağını belirten Namık Kemal asıl değişimin bir dikta veya cebri kanunlarla değil iyileşme ve gelişme ile olacağını söyler bu metin hazırlıklarında. “Bir adamın, velev taşlarla beyni ezilsin, fikrince kanaat ettiği tasdikatı tağyir etmek kabil midir? Velev hançerle yüreği paralansın, vicdanınca tasdik ettiği mutekadatı gönlünden çıkarmak mümkün olabilir mi? Demek ki naklî, aklî, hikemî, siyasî, ilmî, zevkî her nevi efkâr zaten serbest, zaten tabiidir. Değişirse kimsenin icbarıyla değil, tabiatın ilcasıyla değişir.” (Namık Kemal, 1327a: 40).

Namık Kemal hukukla ilgili makalelerinde ve anayasa metni çalışmalarının hazırlıklarında ısrarla bu yeni metnin bir bidat-ı hasene değil Bidat-ı Bedia ve Osmanlı ümmetinin yani milliyetinin acil ihtiyacı yani bir toplum sözleşmesi olduğunu vurgular.

Bu anayasa metninin ruhu İslam ve Müslüman toplumlar bedeni de insan olmalıdır der gibidir.