Kendi Cenazesini Kılan Âlim
Emin Işık Hocaefendi’yi de uğurladık. Geleneğimiz, geçmişimiz, terbiye timsali hocalarımız, üstatlarımız birer birer aslî vatanlarına dönüyor. Arkalarından hoş sadâ bırakarak ve hasbî dostların duasıyla uğurlanıyor. Emin Işık Hoca, birçok kişinin cenaze namazını kıldırmıştı, şimdi sıra kendisindeydi.
Bir din âlimi nasıl olmalıdır, diye sorsak tereddüt etmeden Emin Işık diyenlerin sayısı çoktur. Dini algılayış, sunuş, yaşayış, mesajı ve manasıyla anlatışı bakımından merhum Emin Hoca, hep dikkat çekmiş, takdir ve taltif edilmiştir. Vefat haberiyle birlikte sosyal medya üzerinden takip ettiğimiz kadarıyla ne kadar da seveni varmış dedirtti. Hemen herkesin merhum ile bir hatırası, onunla bir hukuku varmış. Herkesin memnuniyetini gördük. Hemen herkes merhum için duada bulunuyor, farkını fark ettirdiğini samimî olarak aktarıyordu. Dar kalıpların değil, İslam’ın getirdiği mesajla dünyanın da insanın da genişlediği fikriyle sabit bir mefkûrenin insanı olduğunu anlıyoruz. Emin Işık, hem ilim hem sanat hem de maarif alanında takdir edilen müşfik bir âlim.
Merhum Emin Işık Hoca’yı bizzat dinlemiş olma bahtiyarlığını da yaşadım. Kendisini Tokat’ta bir konferansta dinlemiştim. Kur’an-ı Kerim’i öğretme konusundaki verdiği hakikat ve hikmet dolu konuşmasını hiçbir zaman unutmadım. Özellikle de Kur’an’ın okunuşuna dair söylediği şu söz çok dikkat çekiciydi: “Manayı, lafza kurban etmeyelim.” Bu sözünü daha da açarak, bazılarının Kur’an’ı güzel okuyacağım diye, sesini çok değiştirdiğini, gereksiz uzatmalar ve yanlış kaidelerle hareket ettiğini, mananın zayıfladığını veya geriye düştüğünü anlatmıştı. Besmeleden başlayarak, Kur’an nasıl doğru okunur soruna cevaplar vermişti. Karşımızda bir ilahiyat hocası değil de sanki bir musîkî hocası varmış gibiydi. Örnek okumalar yaptı. Sesi de çok güzeldi. İşte bir hoca böyle olmalıdır, dedik. Çok güzel anlatımıyla en zor konuları bile suhûletle ve zevkle her dinleyenin fehmine ve idrakine sunmuştu. Kur’an ziyafetiydi konuşması. “Şeytan” kelimesinin çok yüksek sesle ve uzatılarak okunmasını doğru bulmuyordu. Anladık ki ses eğitimi de önemliydi. Merhum Emin Hoca, çok rahat bir üslûpla ve sıkmadan zaman zaman nüktelerle konuşmasını dikkat çekici hâle getiriyordu. Vaiz edâsı yoktu, bir şeyi dikte etme gayretinde de değildi. Anlattıklarından kendisi de keyif alıyordu, dinleyenler de. İyi bir hatîp idi. Zaten öyle olmasa ekranlarda da olamazdı. Ramazan ayı, bir bakıma merhum Emin Hoca’yı görmek ve dinlemek için fırsat idi.
İyiler ardında iyilikler biriktirerek ve dünyaya fazla bulaşmadan gidiyor. Dünyaya fazla bulaşmamak zor. Merhum Hoca’ya dair çeşitli kişilerin ve öğrencilerinin paylaşımlarına dikkat ettim de herkesin hemfikir olduğu nokta şuydu: “Entelektüel muhitlerin vazgeçilmezi” oluşu idi. Herkesin aradığı ve herkesi bir gönül sofrasında buluşturan kaç âlim kaldı? Sözüne itibar edilen ve sözünü esirgemeden hakkı haykıran kim kaldı?
Toplumumuzda her kıymet çabucak harcanabiliyor, her şeyi çabucak eskitiyoruz. Merhum Hoca, yaşlanan ama her anıyla hakikati yansıtan güzel yüzüyle eskitmeden, tüketmeden ve kıymet vererek bizlere mazimizi anlattı. Merhum Nurettin Topçu’nın ilim ve irfan mektebinin bir şubesi olarak aramızda idi. Bizlere armağan ettiği kitapları ile yaşayacaktır.
Merhum Emin Hoca, çoğu insanın cenaze namazını kıldırmış. Her namazda şu cümleyi tekrar ettiği söyleniyor: "Farz edin ki burada yatan sizsiniz ve kendi cenazenizi kılıyorsunuz!" Belki de her cenaze namazında kendi cenazesinin provasını yapmıştır. Cuma günü cenaze namazı kılınan merhum Emin Hoca, yine bizi ikaz ediyor ve Üstat Said Nursi gibi diyor ki: “Dost istersen Allah yeter. Yârân istersen Kur’an yeter. Mal istersen kanaat yeter. Düşman istersen nefis yeter. Nasihat istersen ölüm yeter."
“Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür” diyoruz. Merhum Emin Işık Hoca, ölümüyle de bize nasihat verdi, son dersini musallada yaptı. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun. Allah razı olsun.