Kendi celladına âşık olmak!
Bugünkü yazımıza muhterem Osman Nuri Topbaş Hoca
Efendi’den bir alıntıyla başlamak istedim.
“1940-1950’li yıllar... Din toplumdan dışlanmış. Sultanahmet’in
ve Süleymaniye’nin avlusu top sahası idi. Camilerin mermerleri bakımsızlıktan
kararmıştı. Halıları lif lif olmuştu. Kırılan pencerelerin yerine bir karton
konuluvermişti. Bir saf cemaat vardı. Onlar da hamallardan ibaret idi.
Dolmabahçe Sarayı’nın yanındaki Dolmabahçe Camii,
kayık müzesine çevrilmişti. Saraçhane’deki Burmalı Mescit depo idi. Bir
Ermeni’ye kiralanmıştı. Vefa Bozacısı’nın yanındaki cami, bir nalbanta kiraya
verilmişti. Allah’ın evi olsun diye yapılmış binaya atlar girip çıkıyordu. Hâlâ
duvarında halkalar durur.
Bunları yaşamayan insanlar, bu hâdiselere şimdi
inanmakta bile zorluk çekerler. Fakat biz bunları bizzat yaşadık. Ezan, zorla
Türkçe tercümesiyle okutuluyordu. Aslî şekline çevrildiğinde ben çocuktum,
ailede hanımlar heyecan ve gözyaşlarıyla beklemiş; “Biz bu gece uyumayalım, Ezan-ı
Muhammedî’nin bir kelimesini bile kaçırmayalım!” demişlerdi.
Hiç unutmam: İbrahim ELMALI Efendi sohbete gelirdi.
Kendisi Beyoğlu Müftüsü idi. Dinî tahsil o kadar dumura uğramıştı ki; camilerin
kapanmaması için, Fatiha’yı az çok okuyabilen kişilere dahi hemen imamet
verdiklerini söylerdi.
Hulûsi Amcam, müfessir Elmalılı Hamdi Efendi’nin
damadıydı. Onun tefsirini 1000-2000 adet bastırmıştı. Fakat okuyacak kimse
yoktu. Ezher’de tahsil görmüş bazı kimseler alırdı, onların da imkânları
olmadığından çoğu hibe olarak verilirdi. Babam da; Hamdi Efendi’nin tefsirinden
bir miktar almış, satmaya çalışmış. Bir senede 30-40 takım dağıtabiliyorlar.
Onları da Mısır’da, Şam’da okuyup gelmiş bir avuç hocaya hediye ettiklerini
söylemişti.
O demlerde; toplumda irşat bu derecede zayıflamıştı.
Evlâdını hâfız olarak okutmak isteyen Anadolu insanı;
şilteyi katlar, bir urganla bağlar, evlâdının sırtına koyar, şehre getirirdi.
Sadece iki-üç kurs vardı, onlarda da yer bulunmazdı. Fakat babası çocuğa kurs
sahip olsun diye, onu bırakır kaçardı. O zamanki bütün kursların mevcudu,
bugünkü bir tek kursun mevcudu kadardı. O zaman Kur’an eğitimi veren hocalarla,
karakollar arasında ‘Sûfî ile Komiser’ romanındakine benzer bir kovalamaca
yaşanırdı.
O karanlık devirde, bazen bir bekçi, devletin bütün
salâhiyetini temsil ederdi. Biz Erenköy’de Boşnak veya Arnavut bir hoca
hanımdan Kur’an öğrenmeye giderdik. Bahçe içindeki bu evde tahsil görürken, bir
bekçi geçse, hoca hanım korkuyla bize;
“Yere yatın! Aman bekçi sizi görmesin!” derdi.
Babam da nasıl Kur’an öğrendiğini bize şöyle
anlatırdı:
“Babam, Kadınhanı’ndan bir hoca efendi getirdi. Bize
evin bodrumunda Kur’an-ı Kerim öğretirdi. Gündüzleri de bahçeyi sulardı, yani
bir bahçıvan sıfatı içinde bulunurdu.”
Bunları anlatmamızın bir sebebi var:
Bugün Kur’an
hizmetleri -elhamdülillâh- serbest. İmkânlar geniş ve rahat. Konforlu kurslar
var. Sayısız ve çeşit çeşit İmam Hatipler var. Fakat Kur’an tahsiline
rağbetimiz ne kadar? Nimetlerin kıymetini ne kadar bilebiliyoruz?
Necip Fazıl der ki: “Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur!” Eğer anne babalar,
evlâtlarını İslâmî kültürle yetiştirirlerse, yarın onlar da sâlih ve sâdık
evlâtlar olurlar. Yok, eğer evlâtlarını; ‘Uydum kalabalığa’ diyerek toplumdaki
gafillerin akıntısına bırakırlarsa hem dünyada hem de ahirette ağır bir nedametle
karşılaşırlar." (Yüzakı Mecmuası, Temmuz 2019 sayısı)
Bu alıntıyı neden mi yaptım?
Geçen hafta basına yansıdığına göre İzmir'de bir
ilkokulda 28 Şubat'ı aratmayan bir olay yaşandı. İddiaya göre okulun müdür
yardımcısı 4. sınıftaki başörtülü bir kız öğrenciyi okula almadı
ve başını açması için de baskı kurdu. Bu ne demek? Güç ve iktidar, iflah
olmaz o eski zihniyetin eline geçtiğinde emin olun o eski zulüm günlerini bile aratırlar.
Siz ‘biz değiştik’ dediklerine inanmayın. Gail McHughp’in sözüdür: "Yılan,
ne kadar deri değiştirirse değiştirsin yine de yılandır!"
Hatırlar mısınız?
İnancından dolayı rahmetli Erbakan’a etmedik zulmü bırakmayan bu zihniyetin temsilcileri öldürdüğü adamın cenazesine gelmesi gibi onu anma töreninde boy gösterdiler. Anlamadığımız şey, Saadet Partisi’nin bunlara âşık olmasıdır. Mağdurun celladına âşık olması bu olmasın?