Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Temmuz 2022

Kenara çekilmek

Kafatasımız bize atmosferden daha yakın ama atmosferin incelmesi beynimizi de etkiler. Dünyanın göğü algılarımızın göğünden sonra gelir ama o gök yalan yağmurları yağdırmaya başlarsa algılarımızın yanılması gayet doğaldır. Tenimiz her daim dokunma mesafesinde, organlarımızın sesi nesnelerden önce ulaşıyor bize ama nesneler zehirlenince tenimizin kanserleşmesini beklemekten başka çare yok. Her hikaye içimizde yazılıp çiziliyor olsa da dışımızdakilerin uğultusuna derimizi kapatamıyoruz. Bununla birlikte cümleleri silen suskunluklarımız, yeniden başlatan bakışlarımız var… Dağın ardından önce içimizde batıyor güneş, zaman soldurmadan önce içimizin soldurduğu çiçekler var. Her şey içimizde olup bitiyor. İçimiz açılarak doğuyor, içimiz kapanarak ölüyoruz. Geri çekilmenin uğultusuna kapanan kulaklar bizim. Öne çıktığımızda tenimize batan suskunluklar bizde. Bize bizden yakın kim var şu dünyada? Bizi bizden alan, bizi bize veren?.. Bize bizden yakın değil dünya, bize bizden önce gelmiyor hayat. Biz doğunca açılıyor perde ve gözlerimizden içeri girerek, biz ölünce kapanıyor perde ve gözlerimizin ışığını alarak. Hepimiz önce kendisinin kahramanı, sonra belki başkalarının. Hepimiz önce kendinin mağlubu, sonra başkalarının alt ettiği. Hepimiz önce kendinin muzafferi sonra başkalarının alkışlarında.

Bütün bunlar, alınan her kararın öncelikle insanın içiyle ilgili olduğunu, ortaya konulan tasarrufların birinci derecede tasavvurumuzun eseri olduğunu göstermektedir. Elbette hayatın sınırları kafatası ile göğün birleştiği yerde başlar. Elbette gök maviyken gözlerimiz gri, gök griyken gözlerimiz mavi görmez. Belki maviyi koyulaştıran, griyi açan bir tarafımız vardır ama onu olduğu biçimden alıp başka bir renge boyamak, doğaya, doğanın belirlediği kurallara kalıcı müdahalede bulunmak bizim harcımız değil. Bununla birlikte, içimiz bir bakıma dışarının tazyikleriyle şekillenir ve elbette nefes vermeden önce nefes alarak yaşamak zorundayız. Dış içeriyi ezmeye başladığında iç için kaçmaktan başka çare kalmaz. Tenin metale meydan okuması en azından onu çizer. Kaçmak bazen geri dönmenin tek garantisidir. Kenara çekilmek kenarda kalmak değildir. Kıyıdan bakış çoğu zaman resmin tamamını görmenin en etkili yoludur. Hareket ederken tahkimat yapılmaz. Durmak ve tekrar başlamak derin nefes alışın yegane şartıdır.

Doğmak; iç organlarla çevrili, nispeten sessiz bir dünyadan, kalabalıklarla çevrelenmiş, nispeten gürültülü bir dünyaya geçiştir. Gün ışığı sessizliği sese, duruluğu karmaşaya tahvil eder ve orada, öylece durduğu sürece de insanın hayatla imtihanı biteviye sürer. Anne karnı huzurunu yeniden bulmak için birçoğumuz bu son derece acayip, insafsız, kötü, kaba saba dünyayı terk etmek, simgesel annemizin, içine boylu boyunca uzatılacağımız mezarın açılmasını beklemek zorunda kalıyoruz. Haliyle, yerin üstünden kovulunca yerin altına inmek zorunda kalan huzuru bulmanın tek yolu yerin altına girmeyi beklemekte geçiyor. Her gün biraz daha yerin altı yerin üstüne, hayatın kıyısı hayatın ortasına galebe çalıyor. Ölümün hayatı mağlup ettiği süreçlerde kenara çekilmek bir mahrumiyet değil belki de bir lüks, hatta onu onarmanın imkanıdır.

İnsanı diğer bütün canlılardan ayıran özelliklerden biri de kuşkusuz ölüm idrakidir. Bitkiler ve hayvanlar ancak ona maruz kaldıklarında o duyguyu yaşadıkları halde insan baştan beri hep onun gölgesinde yaşar ve onunla muhasebesini o gelmeden önce yapar. Hayatımız bu yönüyle baştan aşağı bir ölüm hazırlığı merasimidir. Koşturmacalarımız, telaşlarımız, yorgunluklarımız, dinginliklerimiz, kazançlarımız, kayıplarımız, sevinç ve kederlerimiz hep ölümün ellerine verilmek üzere kımıldayan varlığımızın dönüm noktalarıdır. Işıkla tanışmak, gözleri güneşe değmek bir mücadeleyi haber verir. Her aşamada bizi bekleyen zorluklarla savaşır, bazen üstesinden gelir, bazen de altında kalırız. Gerçek yenilgi ve yenginin ne olduğunu ancak maç bitince anlarız. Son saniyede yenen goller de hayata dahil olduğu için hiç kimse maç bitene kadar kendini mutlak galip ve mağlup ilan edemez. Ancak bu, iyi oyuncular ile kötüler, kaliteli olanlar ile olmayanlar arasındaki farkı ortadan kaldırmaz. Oyunun kurallarına göre oynanıp oynanmamış olması, hakemin adil oluşu veya olmayışı da hayatın seyrini belirler. Nitelik sadece adil bir oyunda hiyerarşinin belirleyicisi olur. Hayatın kendisi şikeye dönmüşse oynamaya devam etmek, en basit haliyle kendine saygı duymamaktır. Kendine saygı duyanların ya oyunu bozması veya oyundan çıkması gerekir. Oyunu bozamıyorsanız, oyundan çıkar, kenara çekilirsiniz.

Mağlubu olmayan bir dünyanın galibi de olmaz. Mazlum gidince zalimin zulmü kendine döner. Kenara çekilin. Kendilerini kötü hissetmeseler de kendi kendine oynamanın utancını yaşarlar belki. Atmosfer inceldikten sonra kafatası hacminin ne kıymeti kalır? Her tarafı iltihap kapmış bir sistemin flasteri, bağı ve bağımlısı olmanın çivisi çıkmış bir dünyanın çivisi olmaya soyunmaktan ne farkı var? Kenara çekilmek geri çekilmek, geri çekilmek yenilmek değildir.