Kelimelere vefa
Emanete sadakat, hem düstur hem de bir adabı muaşeret meselesidir. Onun da derununda edep var zaten. Sadakatin temelinde de hürmet. İkisi yan yana olduğunda ahenk, intizam, insicam hüküm sürer.
Tarih tartışmaya açıktır lakin hükümleri sahiplenen sadıkların adaletle hüküm sürdüğünü tarih yazmıştır. Birkaç bozguncu ilahî hükmün dengelerini bozmasa, huzuru yerle bir etmese topyekûn bir refahın önüne hangi cüretle geçilebilirdi? Dengeyi bozanlardan medet ummaksa ne tuhaf iş?
Sadakat, adabı muaşeret, edep, hürmet, hüküm, ahenk, intizam, insicam, adalet… bunlar soyut kelimeler. Her birinin ardında somut kronolojiler, olaylar, iyi ve kötü şahsiyetler var. Her birinin ardında geniş havzaları bütünlemiş kültürel akıştan genişçe paylar var.
Hükümdar, sadık ya da hain derken bile her birimizin zihninden silsileler, isimler, resimler geçiyor. Hangisi daha etkindi, hangisi zorlu, hangisi kolaydı; bu tarihin işi. Bize ulaşan kelimeler ise tarihin ardından uzanıp gelen yadigârlar. Temsil ettikleri ve onlara yüklediğimiz anlamları, olan biten her şeyin demlenmiş, damıtılmış yüzü.
Kelimeler öyle birkaç asırda icat edilebilir unsurlar olmadığı gibi, mazileri sebebiyle keşfedilmeyi bekleyen manaları haiz. Sabahtan akşama onlarca defa karşılaştığımız anlardan içre. Farkında ya da değiliz, ama bize ait ve bizden bir parça.
Demek ki kelimelerin mazisi, hatırası, tarihi yoksa zihnimizde de bir değerle karşılık bulması, derinlik kazanması, yeni bir mazi inşa etmesi zor.
İnsanları, olayları ve hayatı tarifte, önce kelimelere iş düşer. Kelimeler zihnimize aracısız ulaşır ve sıralaması, ahengi, anlam serüveni, biçimi ve sesiyle zihnimize imgeler çizer. Hayatın bütün yenileriyle kelimeler aracılığı ile karşılaşırız. İlahî manada insanın bir kelimeye karşılık gelme çabasıyla ilişkilendirilen dünya serüvenini anlamak, kelimelerin önemini kavramada biraz olsun bize yardım eder. Kelime insana nispet edebildiğine göre epey değerli bir şeydir.
Yine de her kelime o kadar değerli değildir. Hatta bazıları vardır ki değersizden de ötedir, çirkindir, berbattır. Ama fıtratımızdaki mümkünler sıralamasında kâmil olmak kadar sefil olmak da var. Onun için illaki bir yerlerde sefil kelimelerle de karşılaşırız.
Yeni zamanlarda, yeni tasarlanmış hayatlarımızda, yeni eşyalara, işlere ve oluşlara tahsis edilmiş yeni kelimeler var. Çok yeniler ve bundan ötürü yerleşik de değiller.
Yeni kelimeler, devamlı eski kelimelerle yer değiştiriyor. Çünkü eski eşyalarla, işlerle ve oluşlarla birlikte kelimeler de hafızalarımızın gerisine itiliyor. Daha az kullanılıyor ve daha az hatırlanıyorlar.
Kelimelerimiz yaşayışımızın, zihin ve duygu dünyamızın yansıması. Yenilenmeyle birlikte oluşan yansıma sayesinde memnuniyetimizi sınamamız mümkün. Müşterek alanlarda sıkça rastladığımız kelimeler ve söylemlerin bizi genelde memnun etmediği düşünülürse, bu sınama âdeta bir sosyal sorumluluk meselesine dönüşüyor artık.
Sadakat, adabı muaşeret, edep, hürmet, hüküm, ahenk, intizam, insicam, adalet… gibi kelimelerimizi sıralamıştık değil mi? Her biri soyut ve yaşanmışlığın, tecrübenin, ilâhî düsturun birer yansıması demiştik. Yeni kelimeler dijital dünya, sanal âlem, teknoloji, konfor ve henüz tecrübe etmediğimiz ve kalıcılığı kesin olmayan bir şeyleri karşıladığı hâlde binlerce yıllık mazinin yansıması olan bu kelimelerin önüne geçti bile.
Peki bunun önüne ne geçebilir?
Bu değiş tokuşun sonu gelecek mi?
İhtiyaçlarımız ve odaklandığımız şeyler her gün daha hızlı dönüştükçe kelimelerimiz de dönüşüyor, en yeniler bile kısa zamanda eskiyor.
Tüketimin seyri, tüketim iştiyakımız, arayışlarımız ve beklentilerimiz hangi yöne kayıyorsa kelimelerimiz de onu tasvir ediyor.
Önce düşünce, sonra kelime, en sonunda hâl… Fıtrata yakın olmak, ona uygunluğu kanıtlanmış kelimelerle mümkün. O kelimeler hâlen mevcut ve henüz yok olmamışken üzerine düşünmek ve bunun için hâlâ gecikmemiş olmamız büyük bir imkân.
Ahde vefa için…