Kelamdan Kâğıda/Kitaba
Duygular, düşünceler, fikirler, idealler, akılla ve kalple ortaya çıkar. Dil ile kelama dönüşür. Kalem ile yazılır; kâğıt ve kitapla kalıcı hale gelir.
Allah’ın, Elçileriyle gönderdiği vahiy/kelam da, insanların yazdıkları da kâğıda geçmiş ve böylece beşeriyetin tarihi belirlenmiştir. İlim, hikmet ve irfanın yayılışı, kâğıt ve kitapla gerçekleşmiştir.
Öğrenmek, öğretmek, dinlemek, hiç olmazsa bunları sevmek, hakikat arayışının yolcularının özelliğidir. İnsana verilen akıl ve kalp, maddi ve manevî ilerlemenin istikametini gösteren iki hazinedir.
Kâğıt, kitabın varlık bulması için en önemli bir nesnedir. Kâğıt ve kitabın kokusu, taliplerince kokuların en güzelidir. Kitaplar ise, okunmak için vardır. Ülkemiz, kitap basımında dünyada on birinci sırada iken, okuma oranı bakımından Unesco’nun verilerine göre seksen altıncı sıradadır. İnsanlarımızın ihtiyaç listesinde kitap, okuma oranın üç katından daha fazla bir sıralamaya inmektedir.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin verilerine göre, 2016’da yaklaşık 60 bin yeni kitap yayımlanmıştır. Yılda altı yüz altmış milyon kitap basılmasına rağmen, maalesef kitap okuma oranı ise, binde bir civarındadır. Basılan kitap sayının içerisinde okul kitapları da dâhil her türlü kitap bulunmaktadır. Ne acıdır ki, nüfusumuzun yarısından fazlası hiç kitap okumamaktadır.
Görsel ve işitsel iletişim araçlarını gösterilen ilgi konusunda insanlarımız çok cömert durumdadır. Cep telefonuna ödediğimiz milyar dolarlarla ifade edilen rakamlar, bu konuda eli açık olduğumuzu göstermektedir. Ancak kitap satın almaya gelince, bu alanda maalesef kişi başına bir dolar bile ayırmadığımız ortaya çıkmaktadır.
Medeniyetimizin bir kitap medeniyeti olduğunu aklımızdan hiç çıkarmamız gerekmektedir. Zira, bizde kâğıt ve kitaba verilen hürmet ve saygı, kültürel dokularımızın derinliklerine kadar işlemiştir. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi başta olmak üzere, çok sayıdaki kütüphanede, binlerce nadide yazma eser okunmayı ve keşfedilmeyi beklemektedir.
Okumanın aracı olan kâğıt ve kitapla mesafeleşme, ekonomik kriz ve sıkıntılarla daha bir artmaktadır. Kâğıt fiyatlarındaki anormal artışlar, gazete ve kitabı, daha doğrusu bunları basan ve yayan kuruluş ve işletmeleri vurmaktadır.
Tarihimizde elle kâğıt yapılan ilk kâğıt fabrikası 1453 yılında İstanbul’da Kağıtnane’de, kurulmuş; akabinde 1744’de Yalova’da bir işletme daha hayata geçirilmiştir. 1804’de Beykoz Kâğıt Fabrikası uzun müddet ayakta kalamamış, İzmir’de kurulan gibi kapanmıştır. Hamidiye kâğıt fabrikası ve İzmit’te kurulan kâğıt fabrikaları da sıkıntılar yaşamış, nihayetinde tüm kâğıt fabrikaları Seka’ya bağlamıştır. Ama bugün geldiğimiz nokta, kitap ve gazete kâğıdı dışarıdan dövizle almak zorunda olan bir Türkiye manzarası bulunmaktadır.
Gıda maddeleri ve su gibi hayati ihtiyaç olan kitap ve gazete sektörü, çok zor durumda olduklarını ifade etmektedirler. Eğer gazeteler sayfa sayılarını azaltıyor, yayınevleri eser basamıyor ve kapanmayla yüz yüze kalıyorsa burada büyük “felaket”in varlığı söz konusudur. Devlet, basın ve yayın sektörüne, kısacası kitap ve gazetelere/dergilere, makul fiyatlardan kâğıt sağlamak durumundadır. Başka sektörlere yapılan sübvansiyonların, daha ileri boyutunun matbuatta yapılması gerekmektedir.
Savaş zamanlarında bile, geride kalanların cahil kalmaması için ilim erbabının cihada katılmasına izin vermeyen bir medeniyetin mirasçıları, bilim ve teknolojinin en önemli materyali kâğıttan yapılan kitaba ve matbuata her türlü desteği cömertçe vermek zorundadır.
Türkiye’de yayınevleri, düşünce ve fikriyatı geliştirmek amacıyla varlıklarını çok zorluklara devam ettirmekteydiler. Eğer, onlara makul fiyatlarda kâğıt desteğinde bulunulmazsa, bu ilim kurumlarının bir parçası olan yayınevleri kapanmakla yüz yüze kalacaklardır. Bununla birlikte yayınevlerinin çıkardığı değerli ve nitelikli eserlerin, kütüphanelere kazandırılması, üretilen kitapların her kesimden okuyucuyla buluşmasının en önemli yollarından biridir.
Şu halde, ilim, hikmet ve irfan, kendisine değer verilen yerde kalır ve mümbit hale gelir. Aksi takdirde başka yerlere/coğrafyalara gider, geride bıraktığı yerler de zihinler ve kalpler, çorak ve çöl haline dönüşür. Bunun sonucunda ise, -Allah korusun- cehalet ve sapkınlığın yaygınlık kazandığı, köhne ve harabe mekânlar ortaya çıkar.