Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Ocak 2014

KELAMA KIYMET VERENLER

Yağmura kırgın, kara dargın bir kış günü. Vakit ikindi ama gök akşam gibi bakıyor gözlerimin içine. Muradım yürümekten yana. Bir ev taşınıyor yahut temizleniyor mevsime aldırış etmeden; hemen köşe başına, çöplerin arasına bırakılan koli koli kitaplardan anlıyorum.
Oraya adeta fırlatılmışçasına bırakılmış kitapların bir kısmını görebiliyorumu2026 Kırmızı ciltli, mavi kaplı, siyah kapaklı... Kopmuş ya da kopacak gibi duran birkaç sayfa kendini rüzgara teslim etmek üzere. Pek çoğu poşetin içinde, dışardan bakınca anlaşılmıyor serüvenleri. Bir an, -aslında ana sığamayacak kadar uzun bir zaman- kalbimin tümünü kitapların hemen yanı başına diz çökme iştiyakı kuşatıyor. Belki de içlerinde akıllara durgunluk verecek değere sahip cümleler bulunduğu halde, gözlerin hiç dokunamayacağını biliyorlar kendilerine; kapağı bile açılmamış düş hazineleriu2026 Evimin bir odasını tamamen kütüphane yapmış olmama rağmen, sinemde hala onlara karşı hiç büyümemiş bir çocuk saklandığını bir kez daha anlıyorum.
"Benim çocukluğumu2026" ile başlayan cümleleri bugün, pek çok kimse gibi sevmiyor olmama rağmen söylemin, tüm varlığıyla "buradayım" diye haykırdığı anlardan birini yaşıyorum.
İster istemez, -nedense kapısı mütemadiyen kilitli duran- okul kütüphanesi önünde geçen dakikalarıma dönüyorum; ders molası, umut ve çekimserlik arasıu2026 Türlü vesilelerle elime geçen birkaç kitabı bitirecek olma endişesiyle sayfalarda yürüyüş yaptığım anlarau2026 Çocuk ellerimin bir satırı israf etme telaşıyla dokunduğu takvim yapraklarına doğru yol alıyorum. Şu demler bende her şey "benim zamanımda" ile başlayan cümlelere dönüyor.
"Neden" peki, ekranlarda yorulan gözlerimizi sayfaların şefkatli kollarında bir dinlenişe bırakamıyoruz? Niçin kitap kokusundan değil satır satır, cilt cilt uzaklaştığımızı bildiğimiz halde o rayiha ile yeniden buluşturamıyoruz gönüllerimiziu2026 Şüphe yok ki bunu, bolluğun getirdiği bereketsizlik(!) şeklinde yorumlayacağız yine; lakin raflarda okunmadan bekleyen, belki de kaderleri, kapalı birer kutu içerisinde hüzünlü bir gül misali solmak olan kitapların vebalini tamamıyla teknolojinin sunduğu imkanlara mal edemiyor olmanın huzursuzluğunu hep yaşayacağız.
Kelama verilen kıymetin eksiliş suçunu, kitapları çöplerin arasına umarsızca terk edebilen sıkıntılı ruhlarda aradığımız kadar, cümleleri alelade dizerek kitaplaştıran zihniyetlerin dar koridorlarında da görebiliriz. Söze, yere düşen bir ekmeği öpüp alın üzerine aldıktan sonra yükseğe bırakacak kadar değer veren pek çok kalemi istisna tutarak, kitap sahibi olmayı marifet ve maharet sayan; satıra, dizeye, tümceye titreyerek dokunmadığı gibi kalbini de kelama titreyerek dokuyamayan; kelimeleri kağıda, kuşlara yem atarcasına dizen bir kalabalığın varlığını bugün inkar edemeyecek noktadayız. Ne kadar değerli olursa olsun bir kitabın içimizde eski heyecanı uyandıramayışı biraz da bu yüzden.
Halit Ziya Uşaklıgil Hizmet gazetesinde Hikaye başlığıyla yayımladığı seriyi 1981 yılında kitaplaştırır. Hayaliyyun adını verdiği romantik romanın temsilcileriyle hakikuyyun adını verdiği realist romanın temsilcilerini karşılaştırdığı kitabında "masalcılar" olarak tanımladığı popülist bir kesim de vardır ve bu grup amacının hizmet gayesi barındırmadığını, maddi kazanç ile yola çıktığını ısrarla vurgular. Üstadın yalnızca roman bazında değerlendirdiği acı hakikatin genişletilmiş hali yazık ki bugün, yayım hayatının her türünde karşımıza çıkar.
Kelam, duygu ve düşüncenin sadece somutlaşmış değil, işlenmiş hali de olmalıdır. Dolayısıyla kelam kervanı harf ve imlalar kadar rikkat, edep, hassasiyet, saygı, kıymet ve titizlik barındırmalıdır. Başı aşka değen bir arş misali o, gönüllerde ağırlanmalıdır.
Selam ile.