Kazanç ile mahrumiyet arasında ramazan
Dünya, evren ve insana hangi
zihniyetten ve perspektiften bakıldığı temel öneme sahip bir konudur. Çünkü
bakılan perspektiften elde edilen anlam, insanın dünyadaki devinimlerine de yön
verecektir. Bu bağlamda günümüzün post/modern dünyasında insan, din, Tanrı vb.
bir kavram artık farklı anlamaların konusu olmaktadır.
Ramazan, içinde orucu ve yoğun
ibadetleri ihtiva eden bir aydır. Fakat belirleyici olan daha çok oruç gibi
görünmektedir. Oruç bilindiği üzere imsaktan başlayarak iftar vaktine kadar
yeme içme ve muhtelif arzulardan uzaklaşmayı içermektedir. Bir kere yeme içme ve
arzulardan uzak kalmak hem bir mahrumiyet hem de bir eğitim olarak
değerlendirilebilir. Bugün insanlardan bir kısmı, oruç süresince bu arzulardan
uzaklaşmayı bir mahrumiyet olarak görürken, orucun çok da gerekli olmadığı gibi
bir düşünce ile hareket etmektedirler. Arkasındaki soru; “niçin mahrumiyet
gerekli olsun” şeklinde gelmektedir.
Orucun insanın arzularına sınır
koyması şeklindeki tanımı insan için bir mahrumiyet midir yoksa bir kazanç
mıdır? Tıbben meseleye bakıldığında, uzun süre açlık insanın sıhhat bulması
için tavsiye edilen bir şeydir. Dolayısıyla oruç, insan için senelik olarak insan
bedeninin yenilenmesi anlamına gelmektedir. Bu açıdan düşünüldüğünde sağlık hem
orucun sebebi hem de onun sonucu gibi görünmektedir. Dolayısıyla oruç
tutabilmek büyük bir şanstır. Şükredilmesi gereken bir nimet hüviyetindedir.
Hz. Peygamber’in (SAV) “oruç tutunuz, sıhhat bulunuz” şeklindeki hadisini de bu
çerçevede düşünebiliriz. Dolayısıyla “mahrumiyet” olarak görünen şey, aslında
beden için bir kazanca dönüşmektedir.
Elbette oruç sadece bedeni sağlık
için yapılan bir ibadet değildir. Bu açlık aynı zamanda insanın içine
derinleşmesi, tefekkürü ve hikmeti kazanmak açısından da insan için anlam ve
önemi bulunmaktadır. İslam literatüründe oruçla ilgili veya değil bir şekilde
bedene yönelik stratejiler kurulmuştur. Bu stratejilerin başında da bedenin
açlığa alıştırılması, çok yemenin zararları gelmektedir. İnsanın ilim ve hikmet
kazanımında aç kalmanın özel yerinden klasik kitaplar bahsetmektedir.
İnsanın iki boyutu bulunmaktadır.
Bunlar beden ya da organizma ile ruhsal ya da tinsel boyuttur. Mevlâna’nın da
belirttiği üzere insan çabalarıyla bu iki yönünden birisini zenginleştirir.
Burada temel hedef insanın tinsel boyutunun zenginleştirilmesidir.
Nietszche’nin “tutku” konusundaki karşılaştırması burada ele
alınabilir. Ona göre Hıristiyanlık tutkuların yok edilmesi üzerinde dururken,
modern dünya tutkuları olabildiğince yükseltmektedir. Zaten bugün yaşadığımız
hayatta bunun mebzul miktarda örneklerini görmekteyiz. Nietszche İslam’ın bu
konudaki yaklaşımını söylemez. Onu da biz ekleyelim; İslam tutkuların
(arzuların) kontrol edilmesini önerir. Oruç bedeni arzuların kontrol edilmesini
sağlayan bir mekanizma olarak ortaya çıkmaktadır.
Modern dünya ismine uygun bir
şekilde (modern kelimesi “hemen” ve “şimdi”yi ifade eder) insanı hemen
arzularına kavuşmak üzere teşvik eder. “Arzularınızı ertelemeyin” mottosunu
tekrar eder. Dolayısıyla aksi durumu bir mahrumiyet olarak nitelendirir.
Aslında bu tavır bir ödüle kavuşmanın emek ve heyecanını hiç dikkate almaz;
direk olarak tutkulara odaklanır. Halbuki gün boyu yiyecek ve içeceklerden uzak
duran oruçlunun iftarda hissettiği heyecan, doyum ve mutluluk ancak böyle bir
deneyimle anlaşılabilir.
Kazanç ve mahrumiyet kavramları
üzerine yeniden düşünmek için Ramazan iyi bir fırsat olabilir.