Kazâ ve kadere imân-1
Kazâ ve kadere inanmak, imânın altı rüknünden yani temel esasından biridir. Bu husus, “âmentü”de;“ve bi’l-kaderi hayrihi ve şerrihiminellâhiteâlâ” şeklinde ifade edilmiştir. Kaza ve kader; “AllahüTeâlâ’nın kâinatta yani varlık âleminde meydana gelecek şeylerin hepsini nerede, ne zaman ve ne şekilde olacaklarını bütün teferruatıyla bilmesi ve bunları, vakt û saati gelince ezelî ilim ve iradesine uygun olarak yaratmasıdır.”
Mesela: Ezelde elma çekirdeği kendine özgü bir ölçü ve
özellikte takdir ve tayin edilmiştir ki, ondan sadece elma ağacı yetişir, başka
birşey yetişmez. Her bitki, her canlı ve herşey de böyledir. Başka bir
ifadeyle; “kaza ve kader”; AllahüTeâlâ’nınbirşey
hakkındaki ezelî hükmü ve zamanı gelince bu hükmün uygulanmasıdır. Buna göre kaza
ve kader; AllahüTeâlâ’nın“ilim, irâde ve kudret” sıfatları ile yakından
alakalıdır.
Evet,kaza ve kadere imân; AllahüTeâlâ’nın
sonsuz ilim, irade ve kudretine inanmaktır. Yani AllahüTeâlâ’nın bu sıfatlarına
inanan kimse, kaza ve kadere de inanmış olur. Binaenaleyh kaza ve kadere iman
etmek; “iyi-kötü, hayır-şer, acı-tatlı ve faydalı-zararlı meydana gelmiş ve
gelecek her ne varsa, hepsinin AllahüTeâlâ’nın ilmi, iradesi ve kudreti ile
meydana geldiğine inanmaktır.”
Allahü Teâlâ ezelde, her ne olursa olsun; meydana
gelecek şeylerin nerede, ne zaman ve ne şekilde olacağını ilim ve iradesi ile
tayin etmiştir. Zamanı geldikçe, bu şeyleri tayin edilen mekânda ve vasıfta
kudretiyle yaratır. Buna kulların iradî (ihtiyarî) fiilleri de dâhildir. Yani
kulların serbest iradeleriyle yaptıkları işleri de Allahü Teâlâ ezelî olarak
bilir ve zamanı gelince yaratır, çünkü ondan başka yaratıcı yoktur. Evet, kula
irade yetkisi verilmiştir, fakat yaratma Allah’a mahsustur.
İrade, kişinin bir işi yapmak ve gerçekleştirmek
istemesi olup, zıddı kerahet yani istememektir. Bilindiği gibi insan, yapacağı
işi önce irade eder; yani ister, seçer, tercih eder, sonra da yapar.
Dolayısıyla insan, yaptığı işi mecbur olduğu için değil, kendi iradesi, isteği,
seçimi ve tercihi ile yapar. İstemediği şeyi de bilinçli olarak kendi
iradesiyle yapmaz. Fakat insanın bu iradesi mahlûk olup; zayıf, dar ve
sınırlıdır. Eğer kulun bu cüz’î iradesi, yaratılmış olmasaydı, insanın kendi
fiillerinin yaratıcısı olması gerekirdi. Bu ise:“Her şeyi yaratan
Allah’tır,” (Ra’d 16),“Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de
yaratmıştır,” (Saffat 96) ve “Savaşta onları siz öldürmediniz, onları
Allah öldürdü; (oku) attığında da sen atmadın, Allah attı!” (Enfal
17) ayeti kerimelerinin ortaya koyduğu hakikate aykırıdır.
Allahü Teâlâ, mutlak irade sahibidir ve O’nun iradesi;
insanın iradesi dâhil olmak üzere her şeyi kuşatmıştır. Yani hiçbir şey, O’nun
mutlak iradesinin dışında değildir. O’nun irade etmediği yani istemediği
birşeyi yapması düşünülemeyeceği gibi, O’nun irâdesi olmadan herhangi bir şeyin
meydana gelmesi de asla ve kat’a mümkün değildir.
Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:
“Allah dilediğini yapandır.” (Hud 107)
“Rabb’in dilediğini yaratır ve seçer; irâde, serbestlik
onların değil (Allah’ındır.) Allah
yücedir ve onların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Kasas 68)
“O, her dilediğini mutlaka yapandır.” (Buruc 16)
“O yaptıklarından sorumlu değildir. Onlar ise, sorumlu
tutulacaklardır.” (Enbiya 23)
Bunun içindir ki AllahüTeâlâ’nın iradesine ‘irade-i
külliyye’, (kapsamlı ve kuşatıcı irade) insanın iradesine de ‘irade-i
cüz’iyye’ (az ve sınırlı irade) denilmiştir.
İnsan, herşey gibi günahları da kendi istek ve arzusu
ile seçer, Allahü Teâlâ da -dilerse- yaratır. Allahü Teâlâ -haşa- hiç kimseye zorla
günah işletmez. İnsanın kendi hür iradesiyle seçtiği kötülüklere de -imtihan
gereği- genellikle mâni olmaz. Çünkü eğer Allahü Teâlâ, insanların
kötülüklerine mâni olsaydı, insanların işlerine müdahale etmiş olur ve insanlar
da birer robot sayılırdı, dolayısıyla da iyi ve kötü belli olmazdı.
(Devamı haftaya…)